Ne çok bilgi var ortalıkta. Bol, ucuz ve zahmetsiz. Tekmili birden bir tık yakınımızda. Gerekli gereksiz binlerce bilgi boca ediliyor üzerimize her gün. Beyinleri esir almanın bir yöntemi bu belki de.
Bir nevi biyolojik harp usulü. Gelişmiş iletişim araçları kullanılarak enjekte edilen kirli bilgiyle enfekte olan toplumlar, işin aslını kaçırmanın verdiği şaşkınlıkla ne yapacağını, nereye gideceğini bilemez bir halde koşuşturuyorlar oradan oraya.
***
Ateşi hazırladığında Nemrut o kadar emindi ki ateşin yakacağı bilgisinin kesinliğinden. O denli uzaktı ki ateşin de tüm mahlûkat gibi yaratıcının emriyle hareket ettiği gerçeğinden.
Nemrut nereden bilsindi; “And olsun biz daha önce de İbrahim’e rüştünü verdik. Zaten biz onu biliyorduk.” (Enbiya, 51) da bildirildiği üzere, İbrahim’e (Selam O’na) verilen rüştün ne olduğunu.
Sebeplere takılı kalmış Nemrut beyni asla idrak edemezdi hakikati. Günümüzdeki torunlarının idrak edemediği gibi…
Oysa
İbrahim’e (Selam O’na) mârifetullah verilmişti.
O yüzdendi hiç endişeye kapılmaması mancınıktan fırlatıldığında. “Herhangi bir ihtiyacın var mı?” diye soran Cebrail’e cevap verdi: Hasbiyallahu ve ni’mel vekil. İhtiyacım yok sana.
Çok iyi biliyordu. “Dedik ki, Ey ateş! İbrahim’e serinlik ve esenlik ol.” (Enbiya, 69) emrini alan ateş yakmazdı asla.
***
O esnada ateşin haberi geldi, işinde gücünde, günlük telaşeleriyle uğraşan Karıncaya. Nerede bir mazlum varsa onun yanında olmak gerektiğiydi onun bilgisi. Bildiğini uygulamakla mükellef olduğu da öğretilmişti ona. Bir damla su aldı ağzına. Ölür müyüm bu uzun yolculukta, kışlık nafakasını temine vaktim kalır mı gibi endişelere teslim olmadı. Çok iyi biliyordu ki doğrusunu öğretmişti Rabb’i ona. Ulaşamasam da o uğurda ölürüm dedi ve düştü yola…
***
Karıncanın bilebildiğini bilsem yeter.
Rabb’im hakikati bilmeyi öğret bana.
Yaralanıyorum zira her bilgi bombardımanında…