Her şeyden önce, dil öğrenmenin bir zekâ ve özel yetenek işi olmadığını vurgulayarak söze başlamak istiyorum. Okuyucularımız ukalalık addetmezlerse, Doğu ve Batı dillerinden 10’un üzerinde dil ve lehçede iletişim kurabiliyor ve bazı dilleri bir kısmını ise ihtiyaç halinde sözlük yardımı ile çevirebiliyorum. Bu sebeple, bunu nasıl başardığıma dair gençlerin sorularına basit ve uygulanabilir cevaplar vermeyi bir borç olarak görüyorum. Bunu özellikle vurgulamak istiyorum.
Günümüzde ilkokuldan üniversite mezuniyetine kadar öğrenimin her aşamasında istisnasız olarak yabancı dil, ders programları içerisinde yer tutuyor. Fakat yedi yıl, on yıl süre ile dil ders görmelerine rağmen öğrencilerin çok az bir kısmı dışında yabancı dilde konuşan oranı oldukça düşük. Peki, öyleyse dil öğrenmeyi güçleştiren veya kolaylaştıran ipuçları nelerdir? Bunun gerekçe ve sebeplerine inelim:
Dil öğrenmenin ilk anahtarı, o dili öğrenmek için kendinize bir motivasyon sebebi bulmak ve önünüze hedefler koymaktır. Bu hedef kişiden kişiye değişir. Bazen, benim izlediğim yol gibi istisnaen, sadece heves ve merak dolayısıyla ya da genel kültür için gönüllü olarak dil öğrenenler çıkabilir. Fakat bu durum dil öğreniminde yaygın sebeplerden değil. Yabancı bir ülkede yaşamak zorunda olmak, akademik, ticari veya sosyo-kültürel gerekçeler, insanları ana dillerinin yanında ikinci, üçüncü veya daha fazla dili öğrenmeye itiyor.
Zaruretler, insanı dil öğrenmeye motive eden önemli baskı araçlarındandır. Bu anlamda, sizi dil öğrenmeye zorlayan bütün sebepler öğrenme hızınızı da o ölçüde arttırırlar.
Bir dili hızlı öğrenebilmek için motive edici bir sebebin varlığı gerçekten çok önemlidir. Kimisi için geçimini sağlamak, ticaret ve maddi sebepler; birikimini başkalarına aktarma gibi idealist sebepler veya merak ve farklı bir kültürü tanıma gibi sebepler dil öğreniminde motive edici diğer etkenlerdendir.
Dil öğrenmek için hiçbir sebep ve motivasyonunuz yoksa sadece ilgisizce dinleyerek bir dili üç beş yılda öğrenebilirsiniz. Ancak ilgi duyarak ve önünüze hedefler koyarak bir dilde üç beş ay içerisinde rahatlıkla iletişim kurabilecek ve günlük işlerini çözebilecek ölçüde konuşabilecek seviyeye çıkarabilirsiniz.
İkinci olarak yöntem (metot, usul), motivasyondan sonraki önemli unsurdur. İşte ülkemizde dil öğreniminde asıl problemli saha kanaatimce bu noktadır. Çocukluğumuzdan beri yaşadığımız, uygulanagelen ve hala yaygın olan metodun gramer ağırlıklı ve okuma metinleri çevirileri üzerinden izlenen klasik usul olduğunu biliyoruz.
Hâlbuki bir dil en etkin şekilde, görsel hafızayı işleterek göz, kulak ve dilin ortak işbirliğiyle öğrenilebilir. Bu yönüyle, ülkemizde yıllarca gramer çalışan ve kelime ezberleyen bir kimsenin o yabancı dili konuşamaması hiç de yadırganmamalıdır. Türkçe nasıl sadece gramerle öğrenilemiyorsa; Arapça nasıl sarf-nahiv bilgisiyle konuşulamıyorsa; İngilizce, Fransızca, Hintçe, Özbekçe, Uygurca, Çince veya Japonca için de durum aynıdır.
Gramer ve kitabî çalışma, dil öğrenmede faydalıdır, ancak günlük konuşma pratiği üzerinden çalışmak dilin en kalıcı öğrenme metodudur. Dil, dinlenilerek, görerek ve daha sonra da küçük cümlelerle öğrenilir ve hafızaya yerleşebilir.
Kendi tecrübemle şunları söyleyebilirim. Bir dili ilk defa duyduğunuzda, tamamı birbiriyle bitişik gibi zannettiğiniz ve birbirinden ayıramadığınız kelimeler yığınını duyarsınız. Bir süre sonra kelimeler kulağınıza aşina gelmeye başlar ve onları birbirinden ayırarak duyar ve yakalamaya başlarsınız. Bir sonraki aşama, çoğunun anlamını bile bilmeden aklımızda kalan kelimeleri fark etme aşamasıdır. Bu süreç devam ederken bir yandan da bu kelimeleri gördüğünüz nesnelerle ilişkilendirmeye, onların pozitif veya negatif anlamlar içerdiğini hissederek başlarsınız.
Bir sonraki aşama kısa cümleler kurabilme aşamasıdır. Genellikle kısa isim cümleleriyle veya kendinizi tanıtma, günlük basit ihtiyaçları karşılama ve alışveriş için gerekli cümleler gibi… Diğer bir aşama ise gözle görüp de adını öğrenemeyeceğiniz ancak varlığını hissettiğiniz soyut varlıklarla ilgili kelimeleri öğrenme aşamasına geçersiniz. Bu aşamada artık daha uzun cümleler kurabilirsiniz. Bu yol, aslında bir bebeğin dil öğrenirken izlediği en doğal yoldur.
Dil öğrenilmesinde, o dilin konuşulduğu ortamda bulunmak önemlidir ve hızlandırıcı bir faktördür. Fakat bununla birlikte, bu zannedildiği gibi dil öğrenmenin mutlak şartı değildir. Size ilginç gelecek bir hali, kendimden örnek vererek anlatmak istiyorum: Çocukluk yıllarımda radyonun kısa dalga frekansı üzerinden ilk defa Özbekçe’yi dinlediğimde bu anlamadığım ama anlayacak gibi olduğum dil bende ciddi bir merak uyandırdı. Birkaç ay içinde, ortak kelimelerin çokluğu sebebiyle sadece dinleyerek Özbekçe’yi öğrenmiş oldum. Tamamını anlıyor ancak konuşamıyordum. 1990’lı yılların başında Sovyetler Birliği dağıldıktan hemen sonra hayatımda ilk defa Özbekler’le İstanbul’da karşılaştığımda insanlar Özbekistan’da ne kadar kaldığımı soruyorlardı. Birçok dili sadece dinleyerek bir süre sonra anlamaya, daha sonra konuşmaya başladığımı söyleyebilirim. Bu, kesinlikle merak ve ilgi ile alakalı bir konu, başka bir şey değil…
(Devam edeceğiz…)