Washington’daki Münbiç savaşı

Abone Ol

Türkiye’nin şu an Suriye’nin kuzey batısında bulunmak zorunda olması tehdit algılamasının bir sonucudur. Bu tehdit ülkemizin varlığına ve milletimizin geleceğine yönelik bir tehdittir ve sadece Suriye’nin kuzeybatısıyla da sınırlı değildir, bütün güney sınırlarımız boyunca uzanan stratejik bir tehdittir. Şimdilerde karşı karşıya olduğumuz bu küresel tehlike dış kaynaklıdır ve kısa sürede oluşmadığı gibi hemen çözülecek gibi de görünmemektedir. Ancak bu sürecin de önemli dönüm noktaları vardır. Şu an bunlardan birini yaşamaktayız.

Önce biraz yakın geçmişe bakalım. Ocak ayının ilk haftalarında ABD yönetiminde Pentagon’la Beyaz Saray arasında çetin bir mücadelenin yaşandığını ve bu mücadelenin zaman zaman Türkiye’ye gri alanlar açabildiğini yazmıştım. ABD yönetiminde yaşanan bu mücadelede gelinen nokta itibariyle PYD konusunda ilk defa somut bir gelişme yaşandı. ABD başkanı Trump PYD’ye verilmesi planlanan 200 milyon dolarlık yardımı dondurdu. Böylece Türkiye’ye verilen sözlerin ötesinde elle tutulur bir adım atıldı. Aslında yönetimin siyasi kanadını oluşturan Beyaz Saray’ın bu güne kadar Türkiye ile politik teması kesmemesi, en azından daha kötü bir noktaya taşımaması da yine gri alan içindeki pembe faaliyetler olarak görülebilir.

ABD yönetimdeki bu ayrışmanın temelde iki nedeni var. Birincisi bakış açısı farklılığı. D. Trump’ın pragmatizm temelli materyalist yaklaşımına göre, bu güne kadar Ortadoğu’daki savaşlar için harcanan 7 trilyon doların karşılığı alınamadı ve Suriye’de de PYD’ye yapılan yardımlar boşa gidiyor. Özellikle Afrin harekâtı sonrası PYD’den umduğunu bulamayan ABD yönetiminde bu fikrin güçlenmesi tesadüf değil. Zeytin Dalı operasyonunun PYD’ye yapılması planlanan 200 milyon dolarlık yardımın dondurulmasında önemli bir etkisi olduğunu söylemek mümkün. Dolayısıyla Başkan Trump’ın Suriye’den çekilme politikası sahadaki gerçekliğe ve rasyonaliteye daha uygun. Pentagon’un bakış açısı ise daha ideolojik gibi görünüyor. Yani Pentagon’a hakim olan yapının dünya üzerinde güç kullanarak istediği şekli oluşturma tarzındaki emperyal politikalara dayanıyor. Bill Clinton’dan beri gelen bu süreci artık ne ABD’nin ne de dünyanın taşıyamayacağı belli oldu. Bu nedenledir ki ABD Ortadoğu’da çok yönlü yalnızlıklara doğru gömülmeye başladı.

İkinci sebep ise küresel güçler arasında daha da şiddetlenen dünya ölçeğinde, hatta dünyayı da aşan ölçekteki rekabetin iyice kızışmasıdır. Adeta konvansiyonel sıcak tehditlere dönüşme yönünde güçlü sinyaller alınması, Ortadoğu’daki vekâlet savaşlarının da önüne geçen yeni ve daha büyük tehdit algılamalarının ortay çıkmasına neden oldu. Bu süreci yakinen takıp edeceğiz. Ancak burada Türkiye’nin de hakkını teslim etmek gerekir. Zira 15 Temmuzdan sonra ordusu dağılmış, kurumsal devlet yapısı bitmiş gözüyle bakarlarken, önce Fırat Kalkanı, sonra İdlib, hemen akabinde Zeytin Dalı, Yurt içinde PKK’nın, DAEŞ’in bitirilmesi, Sincar ve Karaçok operasyonları ile Zap, Hakurk vb. sınır ötesi stratejik askeri harekâtları kimse beklemiyordu. İşte bu durum Türkiye’ye müthiş bir güç ve güven kazandırdı. Suriye’deki emperyal gidişe önce Türkiye dur dedi. Ve bütün Ortadoğu toplumları için de bir ümit oldu. Sonuç olarak kasım ayında da yazdığım gibi nasıl ki Rusya PYD konusunda paradigma değişimine gittiyse, ABD’de aynı yönde seyrediyor. Ortadoğu’nun kaygan yollarında zaman zaman türbülanslar olsa da Türkiye için güneş ufukta yükselmeye devam ediyor.