Tarantino sineması dendiğinde aklınıza ne gelir? Elbette hiciv, absürtlük ve daha fazlası şiddet, kan…
Yöntem olarak kendine bunu seçmiş bir yönetmeni her filminde aynı çerçevede eleştirmek ya da övmek bir mana ifade etmiyor. Evet, Tarantino ile yeni tanışanlar olacak. Filmin medyada çokça yer almasından ötürü merak edenler olacak. Tarantino’yu sevmese de filmi izlemek isteyenler olacak. Biz de bütün bu ihtimaller zincirine girenler için filmi değerlendirmek durumundayız.
En başta şunu söylemek gerekir ki; Tarantino bildiğiniz gibi ve fekat aranıyor!
Kadrosu, prodüksiyonu, zamanlaması ve PR’ı itibariyle Tarantino sinemasında zirveyi görmemiz gerekiyor. Bunun için bütün malzemeler de hazır. İçinde bulunduğu ortama ve insanlar halkasına eleştiri getirecek (özeleştiri de olacak) bir hikaye, bunu hayata geçirmek için her türlü maddi-manevi imkan ve sinema camiasında tükenmesi zor kredi…
Hikaye özetle şöyle…
Hollywood’da, önemli bir televizyon dizisinde oynamış erkek aktör Rick Dalton (Leonardo DiCaprio), film sektörüne girmeye çalışmaktadır. Bunun için harcadığı çaba henüz yan rollere kapı açmıştır. Önemli bir yerde evi, kıymetli komşuları vardır.
Onun dublörü olan Cliff Booth (Brad Pitt) ise bu konuda ona katılmaktadır. Ancak ikilinin yaşlarının ilerlemesiyle birlikte Hollywood’daki şansları da azalmaktadır. Zaten ilişkileri de iş hayatının ötesindedir.
Fazla ayrıntıya girmeyelim… İkilinin hayatı, hippilerin oluşturduğu tarikatvari bir grupla kesişir. Olayların ne kadar kanlı geliştiğini tahmin edersiniz.
Esasında diğer Tarantino filmlerine göre daha az kan ve şiddet görüyoruz. Zamanınızın en gözde iki erkek oyuncusunu hakkıyla kullanmanın verdiği düşünce ile olsa gerek, şiddet sahneleri az ve sona saklı…
Hollywood’da var olmaya çalışan bir aktör ile dublörünün hayatının bir kesimine şahitlik ederken, tabi ki Hollywood mutfağına da giriyoruz. Şöhret ışıltılarının arkasındaki gerçeğe az da olsa ışık alıyoruz. Sahtelikler, çaresizlikler ve kariyer denen şatafatlı yolun biraz da şansa bağlı olduğunu dinliyoruz, Tarantino’dan…
Hollywood’da 1960’ların sonunda bazı tanıdık simalar da görüyoruz. Bunlardan en çok dikkat çekeni Bruce Lee… Dublör olan Cliff Booth (Brad Pitt), Lee’yi set esnasında haşat ediyor. Sahne gereği değil. Gerçek ya da hayal… Sonuçta filmin oluşturduğu gerçeklik algısının parçası oluyor. Zaten filmdeki bu doku çokça tepki aldı. Bruce Lee’nin bencil, kendini beğenmiş ve fazlasıyla karikatürize resmedilmesi Hollywood’da da tepki gördü.
İki yakışıklı beyazın (sarışın babyface) başrolde, hem de Tarantino filminde yer alması elbette bazı sonuçları doğuracaktı. Fazlasıyla ironik ve absürt dili sebebiyle her şeyi yapabilme imkanı bulan Tarantino’nun ırkçı olup olmadığına dair bir şey söyleyemem. Ancak Bruce Lee’ye karşı içinde öfke beslediği çok belli.
Hikayesi izleyiciye çok şey vaat etmeyen filmin sinematik özellikleri de dar bir çerçeveye hapsolmuş. Fazlasıyla hareketli kamera, absürt dile uyum sağlamak için yoruluyor. Kamera ile birlikte amaçsızca koşturuyoruz.
Oyunculuk noktasında en büyük şansı Pitt ve Di Caprio… Senaryonun istediğinden daha etkili oyunculuklar sergileniyor. Ve hatta Tarantino yeterince faydalanamamış diyebiliriz.
Netice itibariyle Tarantino kendini aratıyor!