10-12 Temmuz tarihleri arasında NATO’nun kuruluşunun 75. yılı münasebetiyle Washington’da, ABD Başkanı Biden ve NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in ev sahipliğinde, NATO üyesi ülkelerle bu yılki etkinliğe davet edilen bazı ülkelerin devlet ve hükûmet başkanlarının iştirak ettiği zirveyle NATO-Ukrayna Konseyi icra edildi.
Hatırlanacağı üzere geçen seneki Vilnus zirvesi, genel olarak Finlandiya ve İsveç’in ittifaka katılımı üzerine odaklanmış ve Rusya’nın Avrupa’ya yönelik artan tehdidini sınırlandırmak için ittifakın genişlemesi gerekliliğine vurgu yapılmıştı. Bu nedenle de tüm gözler, bu iki aday ülkenin ittifaka kabulü için onay vermeyen Türkiye’ye çevrilmişti.
Türkiye ise 2022 yılındaki Madrid zirvesi esnasında, Finlandiya ve İsveç ile üyeliklerinin kabul edilmesi için bazı şartların yerine getirilmesini öngören bir mutabakat imzalamış olduğunu hatırlatarak ilgili ülkelerin bu mutabakatta verdikleri sözleri yerine getirmesini beklediğini açıklamıştı.
Buna rağmen ABD ve Avrupa medyası, Türkiye’nin NATO üyeliğini sorunsallaştırıp Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkileri nedeniyle bu iki ülkenin üyeliğini veto ettiği gibi mesnetsiz ve insafsız haberler yapmıştı.
Vilnus zirvesinin akabinde ise terörle mücadeleyle ilgili talep edilen hukuki düzenlemeleri peyderpey hayata geçiren Finlandiya ve ardından da İsveç’in üyeliğine onay verilmiş ve NATO ittifakının üyesi sayısı 32’e çıkmıştı.
Türkiye, Vilnus zirvesinde sadece Finlandiya ve İsveç’ten taleplerde bulunmamış, diğer ittifak üyelerine de çağrıda bulunarak PKK/PYD başta olmak üzere terör örgütleriyle mücadele konusunda ittifak ruhuna göre hareket edilmesini ve gerekçesi ne olursa olsun terör örgütlerinin desteklememelerini istemişti. Ayrıca, bazı müttefiklerin örtülü de olsa Türkiye’ye karşı silah ambargosu uyguladığını dile getirerek bu uygulamadan vazgeçilmesini talep etmişti.
Yine bu zirve marjında yapılan görüşmelerde ABD tarafı, Türkiye’nin F-16 talebi konusunu Finlandiya ve İsveç’in üyeliğinin onaylanmasıyla ilişkilendirmiş ve Türkiye’nin onayından sonra gerekli adımların atılacağını açıklamıştı.
Türkiye’nin, İsveç’in üyeliğini de onaylamasının ardından ABD yönetimi de Türkiye’nin talep ettiği F-16’ların satışı konusunda kongreyi bilgilendirerek onay sürecini başlatmıştı.
Nihayetinde, kongreden herhangi bir itiraz gelmemiş ve Türkiye’nin talep ettiği 40 adet F-16 Blok 70 uçak ve 39 adet modifikasyon kitinin satışı onaylanmıştır.
Türkiye’nin Vilnus’ta dile getirdiği itirazlardan biri de Kürecik Radar İstasyonu ile katkı sağlanan NATO’nun, balistik füze koruma kalkanından yararlanılamaması idi. Hatta bu konuda daha önceden hissedilen tehdit nedeniyle ABD’den Patriot füzeleri talep edilmiş ve bu istek karşılanmayınca da Rusya’dan S 400 Hava Savunma Sistemleri alınmıştı. Dolayısıyla ittifakın bu konuda bir adım atması beklenmekteydi.
Gelelim Washington zirvesinde neler yaşandığına.
Aslında zirvenin geneline baktığımızda, bu zirvenin Biden seçim kampanyasının bir parçası olarak tertip edildiği hissiyatı ağır basmaktadır. Zira Biden’ın 10 Temmuz akşamı yapmış olduğu konuşmada, kendisini NATO’nun garantörüymüş gibi lanse etmesi ve NATO’nun eskisinden daha güçlü olduğunu söylemesi, NATO üyesi ülkelerden ziyade Amerikan halkına verilen bir mesaj niteliği taşımaktaydı.
Ne yazık ki yaptığı gaflar, her şeyin önüne geçmiş ve ne ittifak üyelerini ne de Amerikan halkını başkanlık için en iyi alternatif olduğuna inandıramamıştı.
Zirveyle ilgili en çok dikkat çeken şey ise neredeyse tüm kurgunun Ukrayna üzerine yapılmış olmasıydı. Hatta yayınlanan sonuç bildirgesinde, NATO üyesi bile olmayan Ukrayna’ya 40 milyar dolar yardım yapılacağının duyurulması, NATO Genel Sekreteri’nin Ukrayna’ya kıdemli bir temsilci atayıp Ukrayna’da NATO güvenlik yardımı ve eğitim birimi kurularak Ukrayna’nın NATO müktesebatı ile uyumlulaştırılmaya çalışılacağının açıklanması bu kanaati doğrular niteliktedir.
Türkiye’nin bu konudaki tutumu, bilindiği üzere gayet açık ve sarihtir. Türkiye, Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın bir an önce sona ermesini arzu etmekte ve bu konuda üzerine düşebilecek her türlü görevi de memnuniyetle yerine getirme kararlığındadır.
Hâl böyleyken zirvedeki bazı açıklamalardan ve sonuç bildirgesinin satır aralarından anlaşıldığı kadarıyla ABD başta olmak üzere bazı müttefikler, Ukrayna’nın NATO’ya üye yapılmasını ve NATO’nun da Rusya-Ukrayna savaşına taraf olmasını istemektedirler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise hem ikili görüşmelerinde hem de basın toplantısında, Türkiye’nin NATO’nun bu savaşa müdahil olmasını istemediğini ifade ederek bu konudaki tutumumuzu tekrar hatırlatmıştır.
Ukrayna’nın üyeliği konusundaki belirsizliğe rağmen sonuç bildirgesinde terörün NATO’nun ikinci en önemli düşmanı olduğunun vurgulanması, Türkiye’nin talebinin kabul gördüğü ve metne işlendiği olarak yorumlanmıştır. Buna rağmen Türkiye, burada yazılanların kâğıtta kalmamasını, hayata da geçirilmesini arzu etmektedir. Müttefiklerin bir taraftan böyle derken diğer taraftan terör örgütlerini desteklemesine tahammül edememektedir.
Diğer bir gelişme ise Türkiye’nin Romanya ve İspanya ile birlikte Balistik Füze Savunması Gelişmiş Operasyonel Yeteneği kapsamına alınmasıdır. Yani artık Türkiye de NATO’nun balistik füze koruma şemsiyesinin altında olacaktır.
2026 zirvesinin Türkiye’de yapılması kararı ve Ekim 2024 itibariyle genel sekreterlik görevini üstlenecek olan eski Hollanda başbakanı Mark Rutte’nin ikinci adamının bir Türk olabileceğine yönelik duyumlar da Türkiye’nin Washington zirvesi kazanımlarından sayılabilir.
Türkiye’nin Vilnus’ta talep ettiği ve hâlâ tam olarak çözemediği yegâne sorun ise bazı müttefiklerin uyguladığı örtülü silah ve muhtelif makine ambargosudur. Bu konuda bayağı ilerleme kaydedilmiş olsa da ABD’den F-16 tedarikinin yeterince hızlı ilerlememesi ile Almanya’nın Akkuyu Nükleer Santrali için sipariş edilen tribünleri gümrükte bekletmesi ve Eurofighter uçaklarının satışına onay vermemesi henüz çözümlenenmiş sorunlardır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Biden ile yaptığı görüşmede, yaşanan sorunların üç-dört hafta içerisinde halledileceğine yönelik garanti alınması ve Almanya Başbakanı Sholz ile yapılan görüşmede de Eurofighter’ların satışı konusunda herhangi bir itirazın iletilmediğinin açıklanması, olumlu gelişmeler olarak kabul edilmektedir. Ancak bu konularda net bir şey söylemek için somut adımları görmek gerekmektedir.
Zirveye damgasını vuran şey ise Erdoğan’ın NATO’nun İsrail ile yapılması muhtemel iş birliklerine onay verilmeyeceğine yönelik beyanları olmuştur. NATO’nun Akdeniz Diyaloğu programı kapsamında iş birliği yaptığı İsrail’e, Gazze’de devam ettirdiği soykırım nedeniyle tepkili olan Erdoğan, diğer ülkeleri de İsrail’in saldırılarını sonlandırmak için çaba göstermeye davet etmiştir.
Pek çoğu İsrail’in Gazze saldırılarını destekleyen veya ses çıkarmayan NATO üyelerinin, Erdoğan’ın çağrısına olumlu cevap vermesi beklenmemekle birlikte İsrail’in işlediği suçların ve sürdürdüğü soykırımın NATO platformunda dile getirilmesi bile İsrail’i ve destekçilerini ziyadesiyle rahatsız etmiştir.
Rusya’nın Ukrayna’da işlediği suçları eleştirenlerin, İsrail’in Gazze’de yaptıklarına ses çıkarmamaları ise NATO’daki çifte standardını ortaya koyarken Libya, Kosova, Bosna Hersek ve Afganistan’da inisiyatif alan NATO gibi bir güvenlik örgütünün, mevzu İsrail olduğunda geri durmasının izahı bulunmamaktadır.
Sonuç olarak Türkiye Washington zirvesinde, terörle mücadelenin NATO konseptine alınması, balistik füze kalkanına tabi olunması ve bazı ülkeler tarafından devam ettirilen ambargoların kaldırılması konusunda kazanımlar elde etmiştir.
Ancak Ukrayna’nın NATO’ya üyeliği ve NATO’nun Rusya-Ukrayna savaşına müdahil olmasıyla NATO’nun İsrail ile muhtemel iş birlikleri konusunda ortaya koyduğu rezervler nedeniyle ittifak içerisinde yeni gerginliklerin olması kaçınılmaz gözükmektedir.
Bunlara, Türkiye’nin Suriye ile normalleşme girişimleri ve ABD’nin her türlü uyarıya rağmen PKK/PYD’ye verdiği desteği devam ettirmesi de eklenince önümüzdeki günlerin bizim için sıkıntılı geçeceğini öngörmek yanlış olmayacaktır.
Bakalım biz mi NATO’yu doğru noktaya getireceğiz yoksa NATO mu bizi batağa çekecek?
Bu vesile ile 15 Temmuz şanlı direnişinin sekizinci yıl dönümünde, hain FETÖ’cüleri engellemek için canlarını feda eden aziz şehitlerimizi rahmetle anıyor ve gazilerimize de uzun ömürler diliyorum. Hakları ödenmez. Allah hepsinden razı olsun.