İnsan yolcudur bu hayatta.
Yolcunun sorumluluğu doğru yolda yol almaktır.
Yolcunun yoldan kalması, yolda yatması, yolda durması makbul değildir.
Yolcu, sorumluluk sahibi kişidir.
Yollar uzun, yollar meşakkatli ve çetindir.
İnsanın bu yolda olmazsa ulvi bir derdi, duyarsızlaşır ve bencilleşir.
Aynı gök çatısı altında yaşarız; komşuyuz aslında her birimiz bir diğerimize...
Mesafeler önemini yitirmiştir artık iyice...
Yaşanan olaylara, dram ve acılara şahidizdir artık, dünyanın bir yerinden diğer başka bir yerine.
Gözümüz görür, kulağımız duyar ve gelişmelerden haberdar oluruz; hiç olmadığı kadar tarihin herhangi bir döneminde.
Toplanır; acılar bir yerde, sevinçler başka bir yerde.
Duyarsızlaşma mı dediniz, o da dünyanın başka bir yerinde!
Mağduriyetler bir yerde, refahın vermiş olduğu israf başka bir yerde.
Deva olmak isteriz bir hatta bin derde.
Kendinde olandan paylaşmaktır aslolan; paylaştığının fiyatı önemli mi, her ne ise...
Eylemi asıl değerli kılan şey budur, söz konusu paylaşmanın kendisiyse...
“Komşusu açken tok yatan bizden değildir” nebevi sözü yankılanır yüreğimizde.
“Bir şeyler yapmalı, yaralara merhem olmalı, başını yaslayacak omuz arayanlara bağrımızı açmalı; dinmeyen göz yaşını silmeli ve acılara çare olmalıyız” deriz, bir yetim çocuğu ağlar, bir mahzun anneyi çaresiz gördüğümüzde...
Annelerin kıyamadığı bebeklerine, kıyar bombalar acımasız ve merhametsizce.
Annesiz ve babasız çocuklar, çocuksuz kalan anneler.
Kahkahalarla dolu bir menü yerine, onların payına düşen acıdır ve acıyı paylaşırlar bir ekmeği paylaşır gibicesine...
Onlar dünyanın mazlum, mağdur, mustazaf ve masumlarıdır...
Onlar kadın, ihtiyar, çocuk ve bebeklerdir en fazla; çaresiz kalmış, savunmasız bırakılmış...
Savaşlar en çok da çocuklara karşı acımasız.
Savuruyor adeta her birini bir mağduriyetten başka bir mağduriyete.
Tarih, geçmişi ifade eder; yaşanmışlığı, olayları, gelişmeleri ve sonuçları.
Yaşadığımız zaman dilimi de gelecek için tarih olacaktır.
Her şey biz yaşarken oluyor.
Yaşadığımız ana şahitlik ediyoruz.
Olan olaylara ve gelişmelere karşı zihni, kalbi ve eylemsel duruşumuzdan sorumluyuz.
Gözümüzün gördüğü, kulağımızın duyduğu, aklımızın yettiği hadiseler karşısında, elimizin uzanabileceği durumlarda ‘Ne yaptık?’ ya da ‘Ne yapıyoruz?’ sorusu sorulması elzem sorulardandır; bu sorulara kayıtsız kalmak, lakayıt davranmak insanî bir tavır olamaz.
Vicdani olandır insanî olan.