Öncelikle şunu belirtmem gerek; Uluslararası ilişkilerde doğru /yanlış öngörüde bulunmak için doğru bilgi akışı olan bu konuda bir uzman olmak gerekir…
Biliyorum ki, uluslararası ilişkilerin geçmişine yönelik kamuoyuna yansıyan kısmını benim gibi fikri takip ile takip eden sıradan bir köşe yazarının görüşlerinin kıymeti harbiyesi, öngörüsünün sonuçları tutturmasıyla mukayyet kalacaktır…
Meselelere benim bakış perspektifimin gözlem noktası, genel kurgulanmış stratejik mantığın dışındadır.
Küresel süreç hususu ve önceki iki kutuplu dönem hususunda, genel kabul gören “düşman güçler” kavramının bir stratejik illüzyon aracı olduğu kanaatindeyim. Benim bakış mantığımın bir ayağı, 2. Dünya savaşının zorunlu sonucu olan, ‘Güçler düşman olmaz Müttefik olur’ temel kabulüdür. İkinci ayağı ise, ‘güçlerin üst aklı’, askeri ve stratejik bir akıldır. Esasen bu, ‘Devlet aklı’ denilen aklın askeri bir akıl olma gerçeğine dayanır. Hem devlet ve hemde güç denilen şeyin askeri vasfı aklen kazanmadan var olabilmesi eşyanın tabiatına aykırıdır…
Tam bu süreçte, bizim çok önemli bir sistem değişikliğine raci referandum yapıyor olmamız, benim, bizim bir sağlıklı kalmış ‘devlet aklımız’ olup/olmadığı hususundaki şüphemi izale eden ve geleceğimize yönelik ümit verici bir gelişme olduğunun altını çizmeliyim.
Küresel güçlerin, İslam coğrafyası ve ‘İslam’ ile alıp veremedikleri nedir?
Küresel güçlerin maliyeti bu kadar yüksek bir stratejiyi uygulamalarının mantığı nedir?
Küresel güçler bu güne kadar İslam coğrafyasından ne istediler de yaptıramadılar?
Bu ve konu ile ilgili doğru benzeri soruların doğru cevapları bulunduğunda görülecektir ki, sorun, İslam coğrafyası ve ‘İslam’ ile ilgili bir sorun değildir.
Sorun, gizlenmeye çalışılan ‘Küresel Güçlerin’ ittifakla kurdukları ideolojik paradoksal Modern Firavuni sistemin yapısal yıkım/bozum ’unu durdurmak için üretilmiş bir sorundur…
Biz Türkiye olarak bu süreç boyunca, ‘Küresel Güçler’ ittifakının bir kanadı NATO içinde, Birleşik krallığın ve ABD’ nin himayesinde denetimde tutulan edilgen bir ‘Güç’ olarak bulunmaktaydık…
Türk/Kürt, Sünni/Alevi, içimizdeki etnik azınlıklar ile kurulan devlet sistemimizin yapısı içinde oluşturulan aşil tendomlarımız vasıtasıyla, darbelerle arada bir balans ayarı verilen ‘Yurtta sulh Cihanda Sulh’ çerçevesinde edilgen bir şekilde tutulan ve kendi kültürel hinterlandı (İslam Coğrafyası) ile her tür ilişkiye ideolojik olarak kapatılmış durumdaydık.
Siyasi, ekonomik, sosyal ve psikolojik denetimde olduğumuz gibi nüfus planlaması ve oluşturulan gıda tüketim alışkanlıklarımızla sağlık bakımından da denetlenmekteydik…
Küresel güç ittifakının, Asya’yı konvansiyonel silah pazarı ve kara para akışının denetimi için işgal ettiği Afganistan da edindiği tecrübe ile sisteminin hayatını devam ettirmek için yeni stratejik pazarların kurulma maliyetini düşürecek ‘Vesayet savaşı’ stratejisini üretti.
Bu işi ordu ve lejyoner/paralı asker (özel güvenlik şirketleri) ile birebir yapmaktan doğan sosyo-ekonomik maliyet çok yüksekti. Oysa ideolojik terör örgütleri kurup sevk ve idare ederek bir vesayet savaşının maliyeti yok denecek kadar azdı…
Terör örgütlerinin taşeronluğundaki vesayet savaş stratejisinde kullanılacak, akıl almaz zengin olan ideolojik malzeme ‘İslam fobi’ idi.
Ve malum, 11 eylül start düğmesine basılarak başlatılan vekalet savaşı çevrenin dizaynı Balkanlar ve Turuncu Bahar, Irak işgali, Arap Baharı ile günümüze kadar gelip Suriye bataklığına dayandı.
Rusya, modern firavun sisteminin sorunlarının bu yöntemle baypas edilemeyeceğini erken anladı ve apar/topar Şangay gibi yeni ittifaklar üretme yoluna gitti…
Türkiye’nin küresel sistemin topal ördek boşluğunu çok iyi değerlendirmeye kalkması onun oyun sahası dışına itilmesine sebep oldu…
Dışarıdan ve içeriden her türlü operasyona maruz kaldı.
Ve fakat yıkılmadı, devlet aklının alındığı zannedilen 15 Temmuz darbe ile işgal girişiminin hemen ardından sahaya fiilen indi…
Şimdi ‘Vesayet savaşının’ sonuna ramak kala referandumla çok önemli bir aşil tempomdan kurtulmaktadır vesselam…