Masanın hali tam bir “vaziyeti idare” halidir…
Tıpkı dünyanın hiçbir sorununa çözüm üretemeyen hatta beş daimî üye adına vaziyeti idare eden Birleşmiş Milletler gibi…
Konuşulanlara bakıldığında masayla nerelere sürüklenebileceğimizi tahmin etmek derin bir analiz gerektirmiyor…
Kılıçdaroğlu, “Bir uçağı bile iki pilot kullanıyor” diyerek, kazanmaları hâlinde ülkeyi altılı bir iradenin eşit yetkiyle yönetecek olmasını “güya” delillendirmiş…
Belli ki uçaklar konusunda da ciddi bir bilgi eksikliği var…
Kararlardan sorumlu kaptan pilot ile yardımcısını da ayıramamış; karşısındaki “tecrübeli” gazetecinin suskunluğu da ayrı tabi…
Eğer aynı uçakta iki eşit yetkili pilot olsaydı çok muhtemel -Allah korusun- her gün onlarca kaza haberi okuyor olurduk…
Yani uçaklarda bile böyle bir şey olmadığı gibi en küçük şirketlerde bile söz konusu olamaz…
Bir şeyleri beylik laflarla ve inanıyormuş gibi anlatmak, onların hakikat olduğunu göstermez…
Zira en büyük yalancılar, istismarcılar; en kutsal değerleri, kitapları herkesten daha çok savunuyormuş gibi yapmıyorlar mı?
Bu manipülasyonları ya da kimin hakikati söylediğini tartmak, dikkatli akılların işi…
Kararların istişare ile alınması elbette bir demokrasi gereğidir; fakat onların tek yetkiyle uygulanması da yine aynı tecrübelerin sonucudur…
Kılıçdaroğlu, ne sorulursa sorulsun, tarih hangi tecrübeyi sunarsa sunsun sanki hep yanlış olagelmiş gibi “sorun yok” havasıyla ve sanki köprüyü geçene kadar her şeye “eyvallah” eder bir halle, bütün gerçekleri hafifletmeye çalışıyor…
Oysa hayatın olağan akışı içerisinde “masada durduğu gibi durmayacak” gerçekler var…
Nitekim bugüne kadar genelgeçer ifadelerle ve kapalı devre toplantılarla geçiştirdikleri süreci, onlar adına -masaya umut bağlamış- gazeteci ve akademisyenler süsleyip-püsleyip pazarladılar…
Lakin somutlaşmanın artık kaçınılmaz olmaya başladığı süreçle birlikte masadan taşanları, en inanan gazeteci ve akademisyenler bile savunamıyorlar…
Dünyada yaşayan ya da tarihte tecrübesi kaydedilmiş hiçbir örneği olmayan bir devlet yönetme modelini savunmak, akıl işi değil çünkü…
Bazı makamlar tıpkı devletler gibi -doğası gereği- kardeş kabul etmezler…
Tarihteki en büyük iç savaşlar, bu hakikat uğrunadır…
“Geliyor gelmekte olan” diyenler, gerçekte neyin gelmekte olduğundan çok da haberdar değiller anlaşılan…
“Az kaldı” diyenlerin de neye az kaldığını çok daha akılcı bir bakışla yeniden yorumlaması gerekiyor…
Masa, seçime kadar -saçmalamalar da dahil- her vaziyeti idare edebilir belki…
Lakin seçmen, seçim sonrasına kargaşa ve krizler vadeden masayı idare etmeyecek ve masa bu hâliyle ve de hüsranla tarihe gömülecek…
Beylik laflar masada heyecan yapıyor olabilir ama bu yankı, seçmene bir kargaşa olarak yansıyor…
Çünkü çok net ne Anayasa ne de tarih bu “şerikli teklifi” onaylamıyor…
Seçmen de seçimde onaylamayacak, kanaatimce…
Müneccim olmaya gerek var mı?