İslam coğrafyası ve özellikle içinde bulunduğumuz bölge oldukça çetin bir dönemden geçiyor.
Çok büyük acılar yaşıyoruz fakat bir yandan da gözümüz açılıyor, bilinç seviyemiz yükseliyor ve gerçekleri daha iyi görmeye başlıyoruz.
Örneğin Arap Baharı öncesinde birçok insanın şanlı direniş hareketi zannettiği Hizbullah’ın İran’ın çıkarları doğrultusunda oluk oluk Müslüman kanı dökmekten çekinmeyen katiller sürüsü olduğunu akıl ve vicdan sahibi herkes farketti.
Daha iyi görmek, gelişmeleri çok daha sağlıklı okumak ve gerçekçi stratejiler geliştirmek demek.
Nihayetinde dostunu düşmanını, yapılabilecekleri ve yapılamayacakları, ne pahasına olursa olsun yapılması kaçınılmaz olan şeyleri açıkça görüyorsun.
Fırat Kalkanı Operasyonu bunun en güzel örneklerinden biri.
Somali’de inşa edilen üs ve Başika’daki Türk askeri varlığı da diğer örnekler.
Komşumuz Irak’ta başta ABD olmak üzere birçok ülkenin askeri var.
Fakat Bağdat’taki kukla yönetim sadece Başika’daki bir avuç Türk askerinden rahatsız.
Haydar El Ibadi, Türkiye’ye tehdit üzerine tehdit savuruyor.
O tepkilerin aslında nereden geldiğini bugün artık Türkiye’de sokaktaki sıradan vatandaş dahi biliyor.
En acısı da işgalcilere göstermedikleri düşmanlığı bize gösterenlere daha geçenlerde iki uçak dolusu askeri malzeme yardımında bulunmuş olmamız.
Türkiye, Irak’ta ve Suriye’de oynanan oyunun farkında.
Bu nedenle hem Fırat Kalkanı Operasyonu’nu belirlenen hedeflere ulaşıncaya kadar sürdürmekte hem de Başika’dan askerlerimizi çekmemekte kararlı.
Başbakan Binali Yıldırım noktayı koydu:
“Irak’ta 63 ülkeden asker var. Irak’ın bu konuya takılması abesle iştigal. DAEŞ’le mücadele için Türk varlığı orada kalmaya devam edecek.”
Türk askerinin varlık amacını “daha fazla kan akmaması, oldubittilerin önüne geçmek” şeklinde özetleyen Yıldırım, Musul’da gerçekleştirilmek istenen oldubittiye dikkat çekti.
O oldubitti planının arkasında kimlerin olduğunu ve kimlerin bölgenin demografik yapısını değiştirmek istediğini çok iyi biliyoruz.
Türkiye’nin sınırları içindeki varlığını tehdit eden mevcut ve müstakbel tehlikelere karşı sınırları dışındaki varlığını koruması gerekiyor.
Hatta bir adım ileriye gitmeli ve orada Türk varlığı anlamına gelecek yerel gruplara başta silah olmak üzere her türlü desteği vermeliyiz.
Onları Türk askerini donatır gibi donatmalı ve kendimizi korur gibi korumalıyız.
“Türk varlığı” kavramını dar anlamıyla değil daha geniş ve olması gereken anlamıyla değerlendirmeliyiz.
Onları da “biz” olarak görmeliyiz.
Yerel unsurların daha çok desteklenmesi ve daha sıkı işbirliği Türk askerini işgalci gibi göstermek isteyenlerin oyununu da bozacaktır.
Haydar El Ibadi Musul’un yerel halkı için de Irak Parlamentosu’ndan “Sizi orada istemiyoruz, çıkın gidin” kararı çıkaracak değil ya.
Son dönemde Türkiye gibi hedefte olan ve Ankara’yla ilişkilerini geliştirmek isteyen Arap dünyasının önemli ülkelerinden Suudi Arabistan da Irak’taki kukla yönetimin hedefinde.
Bağdat Büyükelçisi Samir El Sebhan’ın Irak’taki İran nüfuzunu eleştirmesinden ve yerel Sünni gruplarla kurduğu ilişkilerden rahatsız olan Haydar El Ibadi hükümeti, Riyad’dan elçisini değiştirmesini istedi.
Arap ülkeleri üzerinde de ağırlığı olan Suudi Arabistan, hem kendisine hem de bölgeye yönelik tehditlere karşı koymak için Türkiye’yle birlikte hareket etmek istiyorsa Irak’taki Türk varlığı konusunda Bağdat’ın kopardığı yaygaraya sessiz kalmamalı…