Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, İsrail’in vadedilmiş topraklar ideolojisinden dolayı Türkiye’ye tehdit teşkil ettiğine yönelik açıklamaları ülkemizdeki İsrail muhiplerini ve bir kısım muhalifi hemen harekete geçirdi.
Alelacele ve hızlı bir şekilde İsrail’in neden Türkiye için bir tehdit olmadığını açıklamaya giriştiler.
Bunlara göre vadedilmiş topraklar İsrail’de çok marjinal bir grup tarafından dillendirilen bir söylemden ibaretmiş; zaten Türkiye’yi de kapsamıyormuş.
Bu çerçevede DEM Parti üyesi, eski tüfek solcu, şimdinin Atlantikçisi bir milletvekilinin açıklamaları tam evlere şenlik.
Söz konusu milletvekili vadedilmiş toprakların sınırlarının çok tartışmalı ve belirsiz olduğunu iddia ediyor ve konuşmasının devamında İsrail’in, vadedilmiş toprakların içerisinde olan Ürdün ve Mısır’ı işgal etmemesini, yayılmacı bir politika takip etmediğinin kanıtı olarak sunuyor.
Şimdi bu iddiaları tek tek cevaplandıralım.
Öncelikle siyonizm hareketi her ne kadar seküler bir ideoloji olarak başladıysa da Yahudilerin Filistin’e göçünü teşvik etmek için vadedilmiş topraklar gibi dinî söylemleri kullanmıştır.
Yahudilere bir ulus devlet kurmak üzere siyonistlerin başlangıçta Uganda ve Arjantin gibi farklı opsiyonları değerlendirdiklerini ama sonuçta yukarıdaki nedenlerden dolayı Filistin’de karar kıldıklarını biliyoruz.
Dolayısıyla dinî motifler siyonist hareketin ayrılmaz bir parçasıdır ve bugün de İsrail siyasetini belirlemektedir.
Diğer taraftan vadedilmiş toprakların sınırlarının belirsiz ve kesin olmaması, haddizatında tehlikenin kendisini oluşturmaktadır.
Zira tarih şunu göstermiştir ki İsrail’in yayılmacılığını durduran tek şey askerî güçtür.
İsrail fırsatını bulduğunda diğer ülkelerin topraklarına saldırmaktan, işgal etmekten ve ilhak etmekten çekinmeyen yayılmacı bir devlettir. Bu yayılmacılığın temelinde de vadedilmiş topraklar ideolojisi bulunmaktadır.
Uluslararası hukuka göre Suriye toprağı olan Golan Tepeleri İsrail tarafından işgal edilmiş ve ilhak edilmiştir. İsrail uzun yıllar boyunca Sina Yarımadası’nı işgal altında tutmuş ve orada yerleşim inşa etmiştir. Sina’dan ancak Yom Kipur Savaşı’nı kaybetmesi sonucu çekilmek zorunda kalmıştır.
Ürdün ve Mısır gibi devletlere saldırıda bulunulmamasını, İsrail’in yayılmacı olmadığına yönelik bir örnek şeklinde göstermek ise güzel bir manipülasyon biçimidir.
Zira Ürdün ve Mısır rejimlerinin bugün İsrail’in güvenliğinin bekçisi olduklarını hepimiz biliyoruz.
Günümüzde İsrail, tarihinin en aşırı sağcı, faşist, fundamentalist, dinci hükûmeti tarafından yönetilmektedir. Hükûmetin içerisinde yerleşimci, fanatik siyonistlerin kurduğu partiler de bulunmaktadır.
Böyle bir hükûmetin yönettiği bir devletin, Türkiye’ye yönelik tehdit oluşturmadığını iddia etmenin tek nedeni, “hayrına” İsrail’i çok seviyor olmaktan başka bir şey olamaz.