Geçen yıl bu köşede dört ayrı yazıyla Türkiye’de muhacir olarak yaşayan Uygur ve Kafkasyalı muhacirlerin yaşadıkları sıkıntıları ve trajediyi dile getirmiştim. Durum maalesef vahametini artırarak ve kronikleşerek devam ediyor.
İdari görevim ve bir STK’daki görevim dolayısıyla çevremdeki yüzlerce yabancı uyruklu öğrenciyi yakından gözlemleme fırsatım oluyor ve sırf yükseköğrenim için ailesini ve yurdunu bırakıp buralara kadar mevzuatlarına uygun ve hiçbir suça karışmamış pırıl pırıl gençlerin yaşadıkları bunca sıkıntılara kayıtsız ve sessiz kalmayı başaramıyorum. Yaşanan bu trajik durumlara kendimce makul çözümler bulmayı ve elimin erdiği fiilen düzeltmeye gayreti önemli bir görev telakki ediyorum.
Dünyanın her köşesinden öğrenciyle muhatap olurken son bir buçuk yılın en dramatik ve kahredici örneklerini Uygurlarda görüyorum. Olayın neresinden anlatacağımı, neresinden başlayacağımı kestirmekte acziyet içerisindeyim. Ne Afrika’da ne de Asya’nın içlerinde ne Güney Amerika’da bu derecede sistematik ve uzun süren bir trajedi yok.
Çin’in azınlıklarından biri olan Uygur Türkleri’ne uyguladığı politikalar inanılacak gibi değil ve insanlık dışı. 22 milyonluk Uygur Türkleri, gün geçtikçe dozu artan bir vahşeti Dünyanın gözü önünde yaşıyorlar. Geçmişte Bosna, Çeçenistan, Irak’ta veya bugün Suriye’de, Filistin’de yaşananları günü gününe duyabilirken Uygurların trajedisi kapalı kapılar ardında ve Çin’in tarih boyunca uyguladığı aldatıcı politikalarıyla perdeleniyor. Çin, diğer ülkelerdeki basına bile kendi hükumetleri üzerinden müdahale edip baskı kurabiliyor, sansür uygulatabiliyor.
Bir buçuk yıl önce had safhaya ulaşan zulüm bugün devam ederken Dünya basını olanları artık çok zor da olsa anlamaya başladı. Çin hakkında yabancı basına bilgi verenlerin veya durumu aktaranların öldürüldüğü; yurtdışındaki Uygurlardan açıklama yapanların ailelerinin tamamının hapse atıldığı artık herkesçe biliniyor. Türkiye’nin dört katı büyüklüğündeki Uygur bölgesi tarihi adıyla “Doğu Türkistan”, Çinlilerin adlandırmasıyla Xinjiang (sonradan işgal edilmiş ülke) dünyanın en büyük açık hava hapishanesine dönmüş durumda.
Bugün, sayıları en az bir milyon (bazı kaynaklara göre 5 milyon) Uygur, Uygurca adıyla “Terbiye Merkezi” denilen temerküz/toplama kamplarına alınarak üç aydan bir yıla kadar, tam anlamıyla cezaevi ortamında ve insan hakları standartlarının hiç birisinin gözetilmediği kamplarda tutuluyorlar. Artık Çin’le uyumlu ve onun hizmetinde olan ve Komünist Parti üyesi Uygurlar bile güvende değil. Onlarda gerekçesiz bir şekilde hapse gönderilebiliyor.
Uygur halkının nüfus sayımı ve istatistikleri gerçekleri yansıtmadığı gibi, kaç kişinin kamplarda veya kamptan çıktıktan hemen sonra birkaç ay içinde öldüğünün de istatistiği yok.
Yurt dışında herhangi bir ülkeye Çin pasaportu ve yetkili makamların izni ile 20 yıl içinde çıkanların kendileri ve üçüncü, dördüncü derece akrabaları potansiyel suçlu olarak cezalandırılıyor. Okumak için Japonya, Kanada, Mısır ve Türkiye’de olanlar öncelikli suçlulardan sayılıyor. İzinle ümre ve Hacca gidenler de aynı kategorideler.
Yapı olarak barışçıl sakin ve uyumlu olan medeni Uygur halkı, bütün dünyanın gözleri önünde büyük bir dram yaşıyor. Uygurların tamamının pasaportları iptal edilmiş halde, yurt dışına çıkışları yasak..
Doğu Türkistan’a geri dönen öğrencilerin izinle yurt dışına öğrenci olarak çıkmalarına rağmen başlarına siyah çuvallar geçirilerek terörist muamelesi görüyorlar. Bunu, sahip olduğu değerlerine bakılmaksınız, ister milli değerlerine düşkün Uygurlar olsun, dindar veya ateist olsun, komünist parti üyesi olsun Uygurların hepsine uyguluyorlar.
İlham Tohti’nin dramı veya Xinjihang Üniversitesi rektörünün tutuklanması, Çin lehine yazı ve çalışmaları olan Uygur sanatçı ve bilim adamlarının bile kamplara alınıp mahkûm edilmesi nasıl bir dramın yaşandığının emarelerinden küçük bir kaçı.
Çin makamları, bütün bunların ötesinde vicdanı olan herkesi kahredecek başka bir uygulamayı yapıyor. Anne-babayı toplama kampına alıp çocuklarına akrabalarının bakmak istemeleri halinde yardım edenleri de içeri alıyor. Sokaklarda başsız kalan küçücük Uygur çocukları ise sahipsiz diyerek toplanıyor ve başka şehirlerdeki çocuk yetiştirme yurtlarına gönderilerek kimliğinden kopartılıyor. Bu çocuklara Uygurca yasaklanarak ve sadece Çince öğreterek asimile edilmeye çalışılıyor. Bütün bu aktardıklarım gerek dünya basınında yer alan haberler ve gerekse birinci ağızlardan dinlediğim gerçek ve yaşanmakta olan olaylar.
Tarih boyunca o bölgede yaşamış olan 20 milyonluk Türk dilli bir halkın ve Çin seddinin çekilmesinden 2 bin yıl sonra kindar Çin milliyetçiliği tarafından asimilasyonu yaşanılıyor. Çin devleti bütün insan hakları belgelerine, insani ve vicdani bütün insani kazanımlara ve hatta ırkçılığı reddeden komünist ideolojiye açık bir ırkçılık yaparak ihanet ediyor. Böylece bir halk en ağır ihlal metotlarıyla suçlu olup olmadığına, eğitim durumuna, sosyal statüsüne, kültür ve bilgi birikimine bakılmaksızın özellikle hedef alınarak yok edilmeye çalışılıyor.
Temel insan ve hak özgürlüklerini Ortaçağ döneminin ilkel dönemlerindeki gibi ihlal ediyor. Onun bu uygulamaları en son Nazi Almanya’sında Musevilerin top yekûn cezalandırılması vahşetinde yaşanmıştı. Bir halkı top yekûn cezalandırmak, bütün insan hakları belgelerine göre insanlık suçudur, genosittir ve aynı zamanda ağır bir trajedidir.
Türkiye’ye son dönemlerde gelmiş olan, çoğu öğrenci veya tacir olan 5-6 bin kadar Uygur’un Türk vatandaşı olması meselesi acilen gündeme sokulmalıdır.
Diğer ülkelerin tereddütsüz vatandaşlık verdiği ve Kanada’nın 3 bine yakın Uygur’u almaya hazır olduğunu ifade ettiği bir ortamda Uygurların tarih boyunca ikinci vatan olarak gördüğü Anadolu bu drama gözlerini yumamayız, kulaklarımızı tıkayamayız ve ölü taklidi yapamayız.
Uygurlar gündemimizde olan hiç bir mazlum halktan değersiz değiller… Hiç bir başka milletten bize daha uzak değiller… Acilen güvenlik soruşturmaları yapılarak vatandaşlık vermezsek her bir idam, Çinlileştirilen her bir mazlum Uygur çocuğun hakkı yakalarımızda asılı kalacak…
Yapılması gerekenler ve Uygurların vatandaşlığının öne çıkarılan problemleri ikinci yazımızın devamına bırakıyorum.
Devam edecek…