Farkında olmadığımız apaçık gerçektir: İnsanın “şimdi ve burada” olması mümkün değildir. Yoklamalara ‘burada!” diye karşılık veren öğrencilerin de zamanla öğreneceği bu. “Burada değilmişim meğer!” Tüm ‘şimdi’ler geçmişin hüzünleriyle yaralıdır, geleceğin korkularıyla sancılıdır. Şimdi ve burada olduğunda, başka zamanlarda ve başka yerlerdedir insan. Ruhu gövdesinden daha çok yer kaplar. Kalbi kalıbının sığdığı yere sığmaz, eğleştiği yerde kalmaz.
Kur’ân’da insana vaad edilen ‘sonsuz an’ın özelliği şudur: “…Korku yoktur onlara ve mahzun olmazlar.” (Ve lâ havfun aleyhim ve lâ hum yahzanûn) Geleceğin korkularından arınmış, geçmişin hüzünlerinde sıyrılmış bu ‘an’ ruhun ‘burada’sıdır, kalbin ‘şimdi’sidir.
An’ı saf ve duru olarak yaşamak… Yekpâre bir duyuş içre var olmak. Kaygısız, korkusuz, endişesiz, acısız, kedersiz, hüzünsüz nefes almak. Tecrübelerin filtresini kaldırarak var olmak, yaşanmışlıkların tortusunu arındırarak yaşamak. Kanaatimce, gölgesi Tanpınar’ın şirine vuran, işte o kesintisiz saadet an’ı, o lekesiz huzur halidir: “Ne içindeyim zamanın/Ne de büsbütün dışında/Yekpare, geniş bir anın/Parçalanmaz akışında.”
Said Nursi’nin sarsıcı eseri Dokuzuncu Söz’de gösterdiği istikamet bu: Günün beş köşesinde, hayatın beş başköşesinde, zamanın akışının kritik kırılma yerlerinde, insanın, arzın ve kâinatın ömrünün beş dönemecinde kıyama kalkması beklenir insanın. O kıyam ki, kıyamet aşısıdır. O kıyam ki, insanın dünyadan öteye taşan kıymetini imzalayışıdır. O kıyam ki, insanın kalıbından kalbine doğruluşu, gövdesinin gündeminden ruhunun önceliklerin taşınmasıdır. O kıyam ki, insanın ‘şimdi ve burada’ Allah’a tutunuşudur. O kıyam ki, insanın tüm yıkılmalara karşı dik duruşudur. O kıyam ki, insanın tükenişler nehrinin kıyısına çekilişidir. O kıyam ki, insanın ‘asr’ın hüsranına ‘illâ’ diye direnişidir.
Konuyu terapiye getireyim izninizle…
Kimi psikoterapi ekolleri, terapist ve danışan arasındaki etkileşimi de böyle kaygısız bir akış olarak tasvir eder. İki insanın, iki ruhun, yargılama[n]dan, ayıpla[n]madan, sırdaş kalmak üzere birbirine dokunuşunun iyileştireceğini umut ederler. “Up time” denir buna… Zamanın üstünde bir yere yükselebileceğini bedenine öğretmek. Arzın parçalanmışlıklarının ötesinde bir bütünlükle var olabildiğini/var olabileceğini alnına değdirecek kadar somutlaştırmak. Kalıbını kalbinin avuçlarında teskin etmek. Yüzünü yerçekiminden kurtarıp gök çekimine kaptırmak…
Secdenin tarifini mi yapmaya çalışıyorum yoksa! İnsanın olduğu olmasına izin verildiği, ayıplanmadan kabul edildiği, varlığının onaylandığı biricik deneyimdir namaz. Yaratılanın Yaratan’ı karşısında kaygısız ve kedersiz var oluşu. Kalbinin kanatlarını korkusuzca açabilmesi. Sonsuz hasretlerinin, saklı sancılarının korkusuzca ortaya dökülüşü. Danışanın terapisti karşısındaki saf varoluşunu tasarlayanların ve umanların beklediğinden ötesi. Hem de sahicisi, sahihi… Hemen şimdi ve burada bulunanı…
Kısır telaşların ateşini söndüren secdeyi, gelin çaresi olacağı telaşların kurbanı yapmayalım. Acele etmeyelim. Başımızı unutalım. Gövdemizi göğe karşı tutalım. Duralım. Durulalım. Şairin söylediğini hissedelim. Şiire kafiyesi olsun secdedeki başımız: “Kökü bende bir sarmaşık/olmuş dünya sezmekteyim/Mavi, masmavi bir ışık/Ortasında yüzmekteyim.”