Vefadan umudumuzu kestiğimizden beridir, yalnızlık düştü kaderimize…
İlkin kendi ruhlarımızın Rabbimize verdiği söze vefasızlık ettik. İhanete meyyal adımlarla arşınlar olduk dünyamızı.
Tevekkülümüzün zayıflaması bundan.
Bundan, her “nasibi” kendimize mâl edişimiz.
Yaratanımızın, “severek” yarattığıydık oysa… O’ydu bizi koruyan, kollayan…
O’ydu bize, hiçbir karşılık beklemeden, havayı, suyu, toprağı, ateşi, türlü nimetleri, kâinatta ne varsa hepsini bizim hizmetimize sunan.
Ama biz, neylediysek kendimizden, neyi başardıysak nefsimizden, ne ile baş ettiysek kendi gücümüzden sayar olduk.
Gelin görün ki, ne vakit keder düşse hanemize onunda mesuliyetini kadere yükleyip “ah” ile “vah”lanırken şükrü unutup şekvayı kuşandık.
Kimsenin yükü omuzlarımıza yüklenmesin diye hatır sormalardan vazgeçtik. Ki hatır sormanın mesuliyetinden azat olalım diye.
Bu yüzden habersiziz artık komşularımızdan, eşimizin, dostumuzun damper yükü kederinden, borcundan…
Ahiret uzak öte bir kulvar hükmünde çoğu zaman.
Dünyanın etrafında dönerek ukbamızın güneşini çaldığımızın farkına varmaz olduk. İlme, ibadete, din kardeşlerimizle teşriki mesaiye ayırdığımız vakitten çok rızık endişesi taşıyarak çokça çalışmalarımız muhtemel bundan.
Bundan bitip tükenmez yorgunluklarımız, dünya mesailerimiz arttıkça köleleşmesi ruhlarımızın.
Halbuki göç yazgımızın tartışılmaz şartıydı.
Ölüm erişecekti elbet her birimize… Unuttuk…
Unutunca yanlış okuduk Yusuf’un; kuyudan zindana, zindandan saraya uzanan yolculuğunu. Yanlış okuduk, obadan şehre, şehirden saraya, saraydan ihanete devşirilen kaderimizi…
Hâlbuki beliydi yaşamak hikâyemizin formülü: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya, yarın ölüverecekmiş gibi ukba!”
Vefasızlık, “İnandığımız gibi yaşamayınca, yaşadığımız gibi inanmaya” başlamanın kefaretiydi…
Ecri tercih zahmetli, cehennem prosedürü günaha teşne olmamız da bundandı.
Bundandı, asrısaadette günahın kokusu varken şimdi ki zamanda çoklarının günahtan haz alıyor oluşu.
Bir de, “Ben” dedikçe, menfaat hesapları yaptıkça büyüdü ihtiyaç listelerimiz, ihtiyacımızdan fazlasına arttı muhtaçlığımız…
Ekonomik kriz söz konusu olduğunda küçülmeye gider ya hani şirketler, hani fuzuli bulunan konfor üstü masraflar kesilir de “yok olmaktan yeğdir” diyerek tasarruf merkezli planlamalar yapılır ya, işte aynı çözümle belki ferdi kulluk sistemimizi, şirketlerin uyguladığı formülle temize çekebiliriz…
Varlık sebebimizi yeniden gözden geçirerek, Yaratıcımızın bahşettiği orijinal kodlara geri dönerek, enaniyetimizden, hırslarımızdan, ferdi güç, başarı, kariyer, zenginlik sarhoşluğundan ayıkabiliriz.
Parça parça başarı kovalamacalarımızın, bütünün başarısını tehlikeye attığının ayırdına varabiliriz.
Kulluk konforumuza ricat edip “tanrı” kesilmeyi bir kenara bırakıp kimseleri yargılamadan, kendi üstünlüğümüzü ilan etme gafletine düşmeden Muhammedi düsturlar ile yeni bir yaşam manifestosu hazırlayabiliriz.
İlk sıralarda, yaratılış gayemize vefa, İlahi kelama vefa, sünnet-i seniyyeye vefa, alırsa kurtuluş reçetesine vakıf olabiliriz.
Her şey içinde hiçbir şey olma riskini ahde vefa ile yerle bir edebilir, Rabbin merhametiyle iman edenler olarak, haşrolacağımız mecliste vefa ehli olarak buluşmak için, Rabbimizle aramızda vuku bulan “misak”a vefada kararlı olabiliriz.