Unutma bacım!

Abone Ol

Senin ak yüzünden ak olmamalı

Dağda kar, külekte ayran ha bacım

Üstad Abdurrahim Karakoç böyle söylemişti şiirinde. Dahası da var aslında. Yazmalı ve okumalı elbette. Lakin ismi bile esasında derdini anlatmaya yetiyor. Zira şiirin ismi tan da şöyle; “Unutma Bacım”

“İnsanoğlu nisyanla ma’luldür” diye bir söz var eskilerin söylediği. Cânım kâri, daha evvel de söyledim sana “unutmak nimettir” diye. Unutuyor ve unutabiliyor olduğumuza dahi şükretmek gerekir belki de bazı zamanlar. Lakin her zaman değil. Yani her zaman nimet demek de değildir unutmak. Bazı vakitler ve bazı şeyler unutulmamalıdır. Hatta ısrarla hatırlatılmalıdır bence. Zira bazı zamanlarda unutmak nankörlük manasına dahi gelir.

Daha evvel şöyle söylemiştim sana, Hoca Ahmed Yesevi’nin hayatını anlatmaya cüret ettiğim bir romanımda; “Hatun iyiyse, dünya iyidir” ve hatta “İster ana olsun ister bacı, her kadın gözyaşını katık eder aşına demiştim.” Öyledir ve ben halen dahi öyle olduğuna inanıyorum. Zira kadın cihanın başıdır. O yıkılırsa evvela hane, sonra, toplum sonra cihan yıkılır. Hep böyleydi. Biz de biliyorduk. Ecdat da biliyordu. Ama düşman da biliyordu. Onun için önce o tarafımıza saldırdılar. Zihin dünyamızda, inancımızda ve gönlümüzde bir makam hem de cennetin ayaklarının altına serileceği kadar yüce bir makama yükseltilmiş kadını oradan indirmeye çalıştılar evvela. Aslında bizim Avrupalılaşma sevdamız “kadın”ın o makamdan aşağılara çekilmeye çalışılması demekti hep. Önce “kadının eve hapsedildiği, hiçbir hakkı olmadığı” daha bilmem ne bir sürü terane ile algı oluşturdular. Sonra bizi de inandırdılar buna. Ve ilk maksatları da şuydu aslında; kadını evden çıkarmak. Ve başardılar da. Başardıkları şuydu. Temeli bozmak, direği yıkmak… Aile denen kavramı yok etmekti ve açıkçası bunu bir şekilde başardılar. Normalleştirdi, sıradanlaştırdı ve alıştırdılar. Cenneti ayaklarının altında bildiklerimizi cehenneme götürecek günahlara sebep yaptılar. Mayamızı bozmaya çalıştılar, gönül dünyamızın direklerini yıkmak için uğraştılar. Ve bence bugün ne çok sıkıntımız varsa şikâyet ettiğimiz pek çoğunun sebebi de buradan yol buldu.

Peki sonra…  Sonra şöyle oldu aslında. Şerefini geri almak için, o makama yeniden çıkmak için ve çıkarmak için çırpınıp durduk. Ve hatta halen dahi bunun için çırpınıyoruz. Savaşıyoruz yani. Kadını kurtarmak, aileyi kurtarmak, toplumu kurtarmak ve devleti, milleti kurtarmak için çırpınıyor. Hani bir mıhın bir nalı, bir nalın bir atı, bir atın bir komutanı, bir komutanın bir orduyu ve bir ordunun bir devleti kurtardığı gibi…

Biz zor zamanlarda büyüdük kâri. Zor ve karışık zamanlarda… Aslında şöyle düzeltmek lazım; zor zamanların sonlarında büyüdük. Bizden evvelkiler çok daha zor ve çok daha karışık zamanları yaşadılar. Dışlandılar, itildiler, ağladılar, hem de çok ağladılar kâri. Bugünler için o günlerini, dünlerini ve daha pek çok şeyleri feda ettiler. Sadece bir kişiden ya da sadece bir topluluktan falan bahsetmiyorum. “Kimdi onlar?” diye sorsan bana senin de bildiğin bir cevabı vereceğim elbette. Benim babam, senin baban, deden, amcan, dayın, annen, teyzen, abin, kardeşin… Daha bilmem ne kadar fazla tanıdıkların. O zor zamanlarda sokaklarda senin hakkını, senin inancını, senin namusunu, şerefini savundular. Coplandılar, dayak yediler, nezaretlere girdi, hapishanelere terk edildiler.  Ben de inanmazdım, kendi gözlerimle görmeseydim.

Başında örtüsü var diye hor görülen, dışlanan, dayak yiyen, okulunu okuyamayıp da kapıların önünde bekleyen, annesinden utanan, saklanan, asker oğlunun yemin törenine bile katılmasına izin verilmeyip de tel örtülerin ardında bekleyenler…

Sonra onların hakkını savunmak için sokaklara dökülen, yürüyen, dayak yiyen, küfür yiyen, yobaz denen ama senin başındaki örtü için yine de bunlara katlanan benim babam, amcam dedem gibi senin de baban, amcan, dayın, abin vardı. Ne içindi bunlar? Şimdi gördüklerimiz, “moda” diye normal bildiklerimiz için mi? Sanmıyorum. Bu insanlar senin için, benim için bedeller ödediler. Ve karşılığı asla bu olmamalı. “Unutma” diyorum işte bunları. Bunları unutma, zira böyle bir halde unutmak nimet değil nankörlüktür.

Söyleyecek söz çok lakin bu kadarı da kâfi… Şimdilik… Ve şairin de dediği gibi aslında;

“Unutma bacım!”