Üniversitelerimiz ne üretirler ne üretmeliler? -2

Abone Ol

Şüphesiz bu muhteşem başarının altında, bilim ve hikmeti,  “Müslümanlar’ın yitik malı” olarak kabul eden İslam düşüncesinin büyük bir katkısı vardır. O dönemde, bilginin kim ve ne için ürettiğine bakılmaksızın insanlığın faydasına olan her konu, her bilgi ve tarz İslam düşüncesiyle yeniden forme edilerek transfer ediliyordu. Bu yaklaşım, bilgiyi anonim veya harcıalem kabul ederek üzerinde mutlak bir mülkiyet kurmayı ve hele de bilginin tekelleştirilmesini asla doğru görmüyordu. Yeniden tarihteki örneklere dönecek olursak; 

1065 yılında Bağdat’ta ilki kurulan Nizamiye Üniversiteleri’nin  (medreseleri) kurucusu olan idare dehası NizamülMülk’ün, üniversiteleri topluma rehberlik yapacak, onları kaynaştıracak, siyasi çekişmelerin üstünde bilim üretecek bir mekân olarak tasarladığı biliniyor. Musul, Bağdat, İsfehan, Nişabur, Herat, Belh, Basra gibi dönemin ticaret ve sanat merkezlerine, en üst seviyede eğitimi getirmeye çalışılmıştı.Devlet destekli başarılı kurumlar olarak Nizamiye üniversiteleri, dil, hukuk, hukuk metodolojisi (usulü fıkh) ve ilahiyat öğreniminin yanyana verildiği önemli mekânlar olmuştu.

“Kitab-ulHıyel” adlı eseriyle sistem mühendisliği ve mekanik alanında döneminin dâhisi ve Cezeri’nin de ilham kaynağı olan Ahmed bin Musa; Optik biliminin kurucusu İbniHeysem, o dönemlerin efsanevi öğretim üyelerinden (müderris) sadece bir kaçı… Yine,  dünyanın ekliptik eğilimini bugünkü hesaplamalarla birebir uyuşacak şekilde kaydeden;sinüs ve kosinüs gibi fonksiyonlara sekant, kosekant ve kotanjant fonksiyonlarını ekleyentrigonometrininüstadı Bîrûnî, aynı dönemlerin bilim adamları, öğretim üyeleridir. Buharalı İbni Sina, felsefe ve tıp üzerine yazdığı 450 makalesi ve Kitabuşşifa adlı tıp öğrenimi eseriyle 17. yüzyıla kadar Avrupa’da okutulan bir diğer zirve isim. Unutmamak gerekir ki, bütün bu sayılan isimler, Bologna Üniversitesi’nden yaklaşık yüz yıl öncesinde öğretim üyeliği yapmış isimlerdi.

Çoğumuzun bildiğibu isimlerin daha fazlası için dünya bilim tarihinin yaşayan devi Prof. Dr. Fuat Sezgin’in eserlerini mutlaka okumak ve okutmak gerekir.

Endülüs’te Kurtuba Üniversitesi, İspanya’daki İslam hâkimiyeti döneminde, kendi çağının en ileri üniversite örneklerini bütün dünyayagelişkin bir model olarak sunmuştu ve bu model üniversite aynen kopyalanarak Kuzeye doğru bütün Avrupa’ya zamanla yayılmış oldu.

Asıl anlatmak istediğim konu, geçmişle övünerek, gururlanarak anakronizm veya bir çeşit entegrizm yapmak değil. Geçmişe bakmak “bizden bir şey olmaz” kompleksi olanların hastalıklarının giderilmesinde bilim tarihindeki muhteşem başarılarımız, bir başlangıç noktası olarak önemlidir, ama tek başına yeterli değildir. Artık, hangi noktadan geldiğinizden çok, bugün ne durumda olduğunuz ve ne yaptığınız daha çok önem taşıyor.

Bilimde Doğu dünyasının insanlığa rehberlik yaptığı dönemlerden asırları atlayarak yakın tarihe geldiğimizde, yükseköğrenim konusunun yeni dönemlerde yine anahtar başlıklar arasında görüldüğüanlaşılıyor.Batı Avrupa’daki hızlı gelişme karşısında gerileme ve dağılma karşısında, yükseköğrenim konusunda reform faaliyetleri temel bir çare olarak düşünülmüştü.Böylesi bir dönüşümü sağlamak için Devletin elinde yeterli imkân ve insan kaynağı olmadığı gibi, dönemin güçlü devletlerinin müdahaleleri ve özellikle Rusya’yla uzun süren savaşlar ve bunların doğurduğu sosyo-ekonomik çöküntü, sosyal yapıda telafisi imkânsız zararları çoktan doğurmuştu.

1870’lerde açılmaya başlanan Kız Meslek Liseleri, Güzel Sanatlar Akademisi, Denizcilik Okulları, Mühendislikler ve Teknik Okullar ciddi bir eğitim reformunun ve yenileşme girişiminin habercileriydi. Bu dönemde sadece eğitim sahasında değil, Danıştay’dan belediyelere, ticaret hukuku düzenlemelerinden polis teşkilatına kadar hemen her konuda Batı Avrupa`dan özellikle de Fransa`dan kurum ve kavramlar aktarılmaya başlanılmıştı.

Fakat birçok konuda olduğu gibi, dünyadaki gelişmeleri izlemek ve açığı kapatmak için bütün bunlardan fazlasını yapmak gerekiyordu.

Kendine ait olanı üretmek gibi zorlu bir yol yerine, diğerlerinin ürettiklerini kopyalamak gibi bir kolaycılık seçilmişti. Sonunda, Osmanlı Devleti reform hareketlerini tamamlama fırsatı bulamadan iç ve dış saldırılar ile strateji üretememe, plansızlıklar ve aceleci kararlar neticesinde büyük bir çöküntüye ve toprak kaybına maruz kaldı. İzleyen yıllarda, üniversite ve genel anlamda eğitim işleri, ülkenin gündemine uzun süre yeniden gelemeyecekti.

Gelecek yazıda 1990’lara kadar üniversitenin hangi merhalelerden geçerek geliştiğini dile getireceğiz…