Üniversitelerimiz ne üretirler ne üretmeliler? (1)

Abone Ol

Üniversitelerimizin kuruluş amaçları, bugün içinde bulundukları hal, bilime ne derece katkı sağlanabildiği, topluma, sanayiye, ticarete, siyasete ne ölçüde rehberlik yapma potansiyellerinin olduğu gibi birçok soru işaretine gelecek adına sorgulamak ve cevap aramak gerekiyor.

Üniversitelerimizin dünya sıralamasında nerelerde olduğu; bilim üretip üretemediği, yapılan üretimin kime yaradığı; bilim adamı yetiştirilmesindeki perspektif hataları, üniversitelerin bilim atmosferi kurmaktaki güçlükleri; ilmi geleneğin kurulamayışı veya kurulmasındaki sıkıntılar; evrensel olanın ne kadar tanındığı ve ne kadarından, nasıl yararlanılması gerektiği; yerel olana ne türden katkı yapılabildiği gibi birçok hayati konunun da cesurca tartışılması şart. Bütün bu sorulara cevap aramadan önce kısa bir tarihçe hatırlatması faydalı olabilir.

Tarih, farklı adlar altında üniversite yapılarının, tahminlerimizden çok daha eskilerde, tarihin derinliklerinde var olageldiğini bize gösteriyor. Tarih bilimini, Avrupa merkezli (euro-centric) bakışla birkaç yüzyıl öncesine götürerek doğrudan modernizmle başlatmak, medeniyet tarihine karşı ideolojik ve haksız bir değerlendirme olur. Öyleyse, geçmişte daha değerli olan Doğu-Batı denkleminde, üniversitelerin geçmişini hatırlayarak konuya bir girizgâh yapalım:

Avrupa kıtasında ilk örnek olarak 1088 yılında İtalya’da kurulan Bologna Üniversitesi’nin Avrupa’nın en eski üniversitesi olduğu kabul edilir. Muhtemelen bu eskiliğe saygıdan olsa gerek, bütün Avrupa’da tek bir eğitim alanı oluşturmak üzere kurulan çağdaş “Bologna Sistemi” de bu tarihe ve geleneğe vefakâr bir atıf anlamını taşıyor. Oxford Üniversitesi’nin, en eski üniversitelerden olduğu söylense de kuruluş tarihi net olarak bilinmediği gibi aşağıda bahsedeceğimiz üniversiteler karşısında oldukça yeni kalır. Paris, Cambridge ve Montpelier üniversiteleri de Avrupa’nın en eski üniversiteleri arasında.

Şimdi de bu Avrupa merkezli dünya ve medeniyet algısının biraz dışına çıkalım. Bakalım nelerle karşılaşacağız:

Hindistan’ın doğusundaki Bihar eyaletinde, Nalanda Üniversitesi’nde yaklaşık 800’lü yıllarda Budist rahiplerce derslerin verildiğini biliyoruz. Bu tapınak üniversite, sadece dinî eğitimi verilen bir mekân olduğundan, onun gerçek anlamda bir üniversite olup olmadığı oldukça “su götürür” nitelikte. Hiç şüphesiz, yalnızca din eğitimi yani ilahiyat/teoloji eğitimi verilen üniversite benzeri adresler tarih boyunca her zaman var olagelmiştir. Fakat, bu okulların üniversite sayılabilmesi için din eğitimi verilirken de belirli bilim usullerinin yani metodolojilerinin izlenmesi şartıdır.  Din öğrenimi ile birlikte matematik, cebir, geometri, astronomi ve felsefe/kelam gibi fen ve sosyal bilimlerinin bir arada öğretildiği gerçek mekânları, hikmet ve ışığın kaynağı olan Doğu’da aramak gerekir. Bilindiği üzere, “Işık Doğudan gelir” (ex oriente lux) ifadesi, Ortaçağ Avrupa’sının karanlık dönemleri karşısında, yüzlerce yıl boyunca bilim, teknoloji, sanat, kültür ve yeniliği üreten, irfan ve hikmetin kaynağı olan Doğu’ya atfen kullanılıyordu. Bu anlamda Doğu, bir coğrafyayı ifade etmekten çok, bir kültür ve medeniyet havzasına tekabül ediyordu. Bu yönüyle, bilimin beşiği olan Küçük Asya, Orta Asya ve Ortadoğu Doğuyu temsil etmekle kalmıyor, mesela Endülüs de (İspanya) her zaman Doğu dünyası içerisinde anılıyordu.

Milattan önceki tarihlere, Asurilere kadar dayandırılan Harran Üniversitesi’nde özellikle astronomi üzerinde çalışmaların, bu alanda Mısır ve Çin ile birlikte en eski çalışmalar olduğunu söylemek gerekir. Sabiiler’in yıldızlara dini değer atfetmesine bağlansa da bu mirasın eklektik tarzda Müslümanlarca dönüştürülmüş olması, daha sonraki dönemlerin Müslüman topluluklar tarafından bilim tarihi ve medeniyete sağlanan katkıların da hareket noktasıdır.

Harran Üniversitesinin 700’lü yıllarda zirve dönemini yaşadığı, 750 yılında Abbasilere yenilmeleriyle Harran Üniversitesi’nin duraklama dönemine girdiği ve Abbasi halifesi Harun Reşid zamanında yeniden bir zirve dönemi yaşadığı kaydedilir.

Bu söylediklerimizin açık anlamı, Batıdaki en eski Üniversite olarak adlandırılan Bologna Üniversitesi’nden  binlerce yıl öncesinde kurulan bir üniversitenin ülkemiz sınırları içinde var olduğu; bu üniversitede astronomi, felsefe ve düşünce tarihinin öğretildiği;  Emevi dönemi başlangıç kabul edilse bile Batıdaki ilk üniversiteden en az 350 yıl daha eski olduğudur.

Gelecek yazıda devam edeceğiz…