Gazetelerde, internet medyasında, sosyal hayatta ve sosyal medyada yaşanan sıkıntılar, huzursuzluklar defaatle dile getiriliyor.
Benim merak ettiğim; bizim gördüğümüzü ve bildiğimizi yetkililer görmüyor mu, bilmiyor mu? Hani bazen “sağır sultan bile duydu” denilen olaylardan habersiz olmaları mümkün mü? Gördükleri ve bildikleri halde “görmemiş, duymamış ve bilmiyormuş” gibi mi davranıyorlar? Biraz daha ileri giderek şunları da ifade etmek durumundayım: Yetkililerin bunları görmemesi, duymaması ve bilmemesi hali daha beter bir durumdur. Yani bu durum birilerinin görevlerini hakkıyla yerine getirmediklerine delalet eder.
Onca memur, şef, müdür, onca danışman ne için maaş alır? Kendi alanlarında görevlerini yapmak için. Doğru dürüst bilgilendirme yapılmadan, hele de yanlış anlaşılmalara müsait işlere girişilmesi durumunda suçlu aramak beyhudedir.
AK Parti’nin lideri konumunda olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu ve benzeri şeyleri, açık yüreklilikle her fırsatta vurgulamıyor mu? Herhalde laf olsun diye, konuşmasını renklendirmek amacıyla yapmıyor bunu.
Görevini hakkıyla yapan herkesi tenzih ederek (aslında bunu bile söylemek gereksiz ya neyse) devam etmek istiyorum. Hemen her şeyi Recep Tayyip Erdoğan yapacaksa hükümet organları ve parti organları vs. niye var?
Yıllardır yapılan olumlu ve güzel işleri yazmaktan, söylemekten çekinmeyenler olumsuzluk ve huzursuzlukları dile getirdiklerinde en basit tabirle neden “hain” damgasını yiyiveriyorlar.
“Cami ne kadar büyük olursa olsun imam bildiğini okur” doğrudur. İmam ezberinde olmayan bilmediği bir ayeti elbette okuyamaz. Ama hafız değilse hafızasındaki ayetlere yeni ayetler ilave edebilir. Ya da kıratını geliştirir.
Galiba biz hariçten ne kadar gazel okursak okuyalım bazı yetkili ve etkililer bilmelerine, duymalarına ve görmelerine rağmen bildiklerini okumaya devam edecekler. Ama biz de söylemeye devam etmekten geri durmayacağız.
“kendisi iyi, çevresi kötü” tabirini bu durumlar için kabul etmiyorum. Etmek istemiyorum. Yetkili makam ve mevkileri işgal edenler çevrelerini de düzenlemek durumundalar. Kendilerini yanıltmayacak, en doğru bilgiyi verecek; mücehhez kimseleri seçmek durumundalar.
Bu kimseler gerektiğinde usul ve erkân dairesinde kendisini uyaracak kimseleri etraflarından eksik etmeyecekler. Böyle yapılmadığı takdirde “kendi düşen ağlamaz” gerçeği ile yüzleşmek de mukadderat olur.
Yaşanmakta olan huzursuzluklar köşe yazılarında, kapalı ortamlar veya dost meclislerinde ilk defa dile getirilmiyor. Ama sayısının ve dozunun artması birilerini tarifsiz derecede mutlu ediyor olabilir. Tırnaklarını birbirine sürterek pis pis sırıtmaları “Yesinler birbirlerini” veya “Bizim dediğimize geldiniz” sevinmeleri beyhudedir.
Hiç kimse la yüs’el değil. Hiç kimse mükemmel olamaz. Bizim inancımızda ve geleneğimizde özeleştiri, muhasebe ve tenkitin hatırı sayılır bir yer tuttuğunu bilmeyenler veya anlamak istemeyenler varsın anlamasın. Bizim beklentimiz anlaması ve üzerlerine alması gerekenlerin gereğini yerine getirmesidir.
Ölümün vakti ve saati olmadığı için bizde her gün, her an muhasebe yapılır.
Birileri hâlâ sizden umutlu iken onların umutlarını boşa çıkarmayın; bir şeyler yapın. Bırakın umutları öldürmeyi renklerini dahi soldurmayın!
Aksi takdirde onlar sizden umut kestiklerinde ve sizden sessizce uzaklaştıklarında ve de sizi yapayalnız bıraktıklarında haberiniz bile olmaz Çünkü bunu davul zurna eşliğinde yapılmaz.