Günümüzle irtibatlı olarak yapılan çözümleyici tarih ve kavram tartışmaları ufuk açıcıdır. Bu nedenle Türkiyelilik kavramını biraz daha irdelemek istiyorum.
Bugün için kullandığımız Türkiye adı, temsil ettiği yer itibariyle Osmanlı tarihinde de Müslümanlar tarihinde de kullanılmıyordu.
Anadolu (Anatolia) kelimesinin ise Yunanca ‘doğu’ anlamına gelen ‘anatole’ kelimesinden türediği belirtilir. ‘Doğu ülkesi’ anlamına gelen Anatolia, 7. yüzyılda Doğu Roma İmparatorluğu’nda Afyon, Kayseri, Mersin arasında kalan yörelerde idari birim adıdır.
Geçen yazımda ‘Türkiye adı verilen ülkede Türklük ve Türkiyelilik tartışmaları, tek tipçiliği gidermek kaygısıyla başlatılmıştı’ demiştim. Tabii ki ‘Türk Milleti’ yerine ‘Türkiye Milleti’ terkibini kullanarak tartışmadan kurtulmak hemen mümkün değil.
Bir kere Kur’an-ı Kerim’de 15 kere ve hepsinde de ‘insanların dini ve şeriat’ anlamında geçen ‘millet’ kavramı, ‘nation/ulus’ veya ‘ümmet’ yerine galat-ı meşhur olarak (bir konuyu yanlış kelimelerle anlatarak) kullanılıyor.
Aslında üzerimize yığılan bu mesele, 19. yüzyıldan bu yana Muhammed Ümmeti olarak vahiy nimetinden oldukça uzaklaşılmamızın bir sonucudur.
Tartışma kimliksel düşkünlüğe alışanlar ile dirilmeye çalışanlar arasındadır.
Bu topraklarda yaşayan insanlara Türk demek yerine Türkiyeli dememize itiraz eden bir okuyucumuz şunları yazmış:
“Gözden kaçan filolojik bir gerçek de şu ki: ‘Türkiye’ Türk ülkesi demek. Dolayısıyla Türkiyeliyim deyince aslında mana çok da fazla değişmiyor. Türk ülkesindenim deniyor. Bir nevi Türklük, Türk üst kimliği kabul edilmiş oluyor. Mesela Anadolu Cumhuriyeti gibi bir şey olsaydı ülkenin ismi, Anadoluluyum demenin bir manası olabilirdi…” Ve son vurgu: Tabii bunun için de Türkleri buna ikna etmek lazım…
Osmanlı bakiyesi içinde sınırlandığımız bu toprakların büyük çoğunluğuna ilk dönemde Bilad-ı Rum, Dicle ve aşağısına da El Cezire denirdi. Ya da hepsine birden Küçük Asya veya Ön Asya.
El Cezire bölgesine Kürtçe konuşanlar değil, Padişah I. Selim Kürdistan adını verdi.
Türkiye adını da Türkçe konuşanlar değil Batılılar verdi (İtalyanca Turkıa).
Anadolu da Batılıların verdiği bir isim (Anatolia).
Tarihte Türk ve Kürt gibi hitaplar isim olarak değil, sıfat olarak kullanılmıştır. Türk Orta Asya’da ‘asil ve soylu’, Arapçada ‘savaşçı Asyalı’, Osmanlıca da ‘aşağı tabaka’, Latince kökenli dillerde de ‘doğudan gelen yağmacılar’ anlamındadır.
Avrupa’da ‘Türk’ adı korku belirten bir sıfattı ve sadece Osmanlı’yı değil, tüm Müslümanları kapsıyordu. Onun için Müslüman Boşnaklara da Türk diye hitap edildi.
(Bu konuyla ilgili benim ‘Ulustan Ümmete’, C. Vatandaş’ın ‘Türk Kimliği’ kitaplarına bakılabilir.)
Eğer ana dili Türkçe olan Oğuzlar tahakkümcü bir kavmiyetçilikle Ön Asya’ya bir ad verecek olsalardı, herhalde ‘Oğuzya’ derlerdi.
Biz müminler tüm yeryüzüne varisiz. Önemli olan isimlerin filolojine takılmak değil, Batılıların bize bir sömürge projesi olarak ihraç ettiği seküler ulusçuluğun kirlerinden ayrışıp-hicret edip vahyin inşa ettiği ümmeti yeniden diriltmenin yükünü erdemle taşıyabilmektir.
Bir başka okuyucumuz da bu hususta şunu belirtmiş: ‘Türk kavmine mensup biri olarak Türkiye’de etnik atıf yapmayan bir vatandaşlık tanımını destekliyorum. Ancak .. Türkiye’nin etnik sorunlarını çözemeyeceği açık. Türkiye’de ırkçılık, etnik takıntılara sahip olma, ırkı ile kibirlenme sadece Türkler’e ait bir hastalık değil. Bana göre birçok etnik grup, özellikle de Kürtlerde, Türklere oranla çok daha yaygın ve dozu yüksek bir ırkçılık var.’
Hangi ulus veya kavim daha ırkçı tartışılır. Ama önemli olan kavimin öncelikli kimlik olmaması veya ulus asabiyesi ile algılanmamasıdır.
Asıl olan ulustan, yeniden ‘İslam Ümmeti’ne yürüyebilmektir.