Dünya 7 Ekim sabahı, Hamas’ın askerî kanadı olan İzzeddin El Kassam Tugaylarının gerçekleştirdiği Aksa Tufanı saldırısına uyandı. Saldırıyı takip eden birkaç gün boyunca Hamas’ın ne kadar vahşi bir terör örgütü olduğu ve bu hâliyle DAEŞ’ten bile daha acımasız olduğu söylendi. Batı medyasında, Hamas’ın; bebekleri, çocukları, kadınları ve yaşlıları katlettiği anlatıldı. Hatta bu iddiaları beslemek için sonradan kurgu olduğu anlaşılan fotoğraflar bile servis edildi.
Bu tezvirat o kadar yayıldı ki, ABD Başkanı Biden bile yaptığı konuşmada üretilen yalanlardan birine inanarak Hamas’ın bebeklerin başını kestiğini söyleyiverdi. Oysa bu iddia İsrail ordusu tarafından teyit edilmemiş hatta daha sonra böyle bir şey olmadığı açıklanmıştı.
Ama uluslararası İsrail sevici koro için bunun hiçbir önemi yoktu. Zira onlar bir kere kendilerine sunulan yalanları alıp kullanıma sunmuşlardı bile…
Bu haberleri takip ederken her ne kadar baştan beri servis edilen haberlere inanmasam da dünyadaki bu sivillere yönelik hassasiyetten dolayı çok mutlu oldum. Tüm dünya kamuoyu bir olup sivillerin savaştan mahfuz tutulması gerektiğini söylüyor ve yapılanları insanlık dışı bir muamele olarak kodluyordu.
Demek ki insanlığın vicdanı henüz kör ve sağır olmamıştı (!) Öyle ya, masum İsrail vatandaşları öldürülürken veya kaçırılıp esir alınırken tepki veren insanlar elbette ki mevzu başkaları olduğunda da aynı tepkiyi göstereceklerdi.
Ama öyle olmadı maalesef…
Bir kere daha gördük ki Birleşmiş Milletler şartını, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesini ve Cenevre Sözleşmesini kaleme alanlar, bunu sadece belli bir kesimin akıbetini düşünerek yapmışlar. Batılıysan, beyazsan, mümkünse sarışınsan ve de en önemlisi Hristiyan ve Museviysen bu haklardan sonuna kadar yararlanabilirsin. Ama değilsen vay hâline.
Neden mi böyle yazdım? Çünkü, Aksa Tufanı saldırısının ardından İsrail’in başlattığı Demir Kılıçlar operasyonu kapsamında bir başbakan tarafından söylenen sözler, bir savunma bakanı tarafından askerlerine verilen emirler ve kaldırılan angajman kurallarıyla, başta ABD’liler olmak üzere bazı Avrupalı siyasetçilerin sözde İsrail’e destek maksadıyla sarf ettikleri akıl almaz ifadeler, bir kez daha bu dünyanın adaleti olmadığını gösterdi.
Filistin topraklarını 75 yıldır işgal altında tutan İsrail, sanki hiç suçu günahı yokmuş gibi kendi topraklarını ve insanlarını İsrail’e karşı savunmaya çalışan Hamas’ın saldırısı nedeniyle sadece tüm Gazzelileri değil tüm Filistinlileri cezalandırmak, mümkünse hepsinin kökünü kazımak istiyor.
Bunu nereden mi çıkarıyoruz? İsrail siyasetinin en mutedil aktörlerinden olan Cumhurbaşkanı Isaac Herzog bile, Hamas’ı böyle bir saldırıdan alıkoymadıkları için Gazze’deki sivillerin de suçsuz olmadığını, dolayısıyla başlatılan saldırının ve toptan cezalandırmanın yerinde olduğunu söylüyordu.
Başbakan Netanyahu ise sanki ajandasındaki işgal planını hayata geçirmek için böyle bir fırsatı bekliyormuş gibi, Hamas’a yönelik bir operasyon yapmak yerine tüm Orta Doğu’nun değişeceğinden bahsediyordu. Onlara öylesine umulmadık bir karşılık vereceğiz ki bize saldırdıklarına pişman olacaklar. Hepsinin kökünü kazıyacağız, buradan söküp atacağız diyebiliyordu.
Savunma Bakanı Gallant işi daha da ileriye götürüyor ve ordusuna tam abluka emrini verdiğini ve bu kapsamda Gazze’nin suyunu, elektriğini, gıdasını ve tıbbi yardımlarını kestiğini açıklıyordu. Bu yetmiyormuş gibi askerlerin savaş durumunda dahi uyması gereken kurallara (savaş hukuku) uyma yükümlülüklerini kaldırdığını, İsrail askerlerinin istedikleri gibi hareket edebileceklerini ve bundan dolayı herhangi bir cezai soruşturmaya tabi olmayacaklarını söylüyordu. Neden böyle bir emir verdiği sorulan Gallant, “karşılarında hayvanlar olduğunu” söyleyerek bir nevi, “insanlar için hazırlanmış olan kuralların burada geçerli olmadığı” cevabını veriyordu.
Bu kadar da olmaz artık derken ne kadar erken konuştuğumuzu anladık. Zira İsrail bunlarla yetinmeyerek, başlatmayı planladığı kara harekâtı için Gazze’nin kuzeyinde yaşayanların evlerini terk ederek daha güneye gitmelerini talep etmiş, aksi takdirde yapılacak operasyondaki sivil zayiattan sorumlu olmayacağını belirtmişti.
Peki, İsrail’in bu uyarılarına riayet edip güneye doğru gitmeye çalışan Gazzelilere ne oldu dersiniz? Sözde sivil zayiat hassasiyeti için bu tehcir emrini veren işgalci İsrail, Mısır sınırındaki Refah Kapısı’na doğru yol alan konvoya hava saldırısı gerçekleştirerek sırf o konvoyda bulunan 70 sivili öldürdü.
İsrail’in Gazze’de sivil-asker ayrımı yapmadan karşısına çıkan herkesi öldüreceğini anlayan Gazzeliler, mecburen evlerini terk etmek zorunda kaldılar ve yaklaşık 200 bini UNRWA’nın tesislerine sığınarak korunmaya çalıştı. Bu süreçte yaklaşık 600 binden fazla Gazzelinin yerinden edildiğini ve geride kalanların da çok zor şartlarda hayatlarını idame etmeye çalıştıkları, BM’nin Gazze’deki kurumları tarafından açıklandı.
Bitti mi? Hayır…
Vahşetin bir kere başlayınca sonu gelmiyordu. Bu sefer de Gazze’deki hastaneler hedef alınmaya başlanmıştı. Zaten elektrik ve su yokluğu nedeniyle büyük sıkıntı yaşayan hastanelerde, bebekler kuvözlerde ölürken, kuzeyde bulunan 22 hastanenin boşaltılarak hastaların güneyde bulunan görece daha az kapasiteli olan hastanelere taşınması için ültimatom veren İsrail’e, Dünya Sağlık Örgütü bu kararından vazgeçmesi için yalvarıyordu. Ama İsrail’in onları da dinlediği yoktu ve bu talebinde ısrar ediyordu.
Unutmadan Anadolu Ajansının çektiği fotoğraflarla resmen teyit edilen bir diğer rezaletten de bahsedelim. İsrail’in muhtemel bir kara operasyonu için Gazze sınırına konuşlandırdığı obüsler ve diğer zırhlı araçlar tarafından kullanılmak üzere istiflenen top mermilerinin, yasaklı olan beyaz fosfor içerdiği, üzerlerindeki kodlamadan ve bombaların patlamasından sonra ortaya çıkan duman bulutlarından tespit edilmiş; bu durum İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) tarafından da teyit edilmiştir. İsrail yaklaşık 10 günlük süre içerisinde Gazze’ye 10 bin bomba atmış olup bunların ne kadarının yasaklı madde içerdiği ise kesin olarak bilinmemektedir.
Size yukarıda saydıklarımın hepsi birer savaş suçu, insanlığa karşı işlenmiş suç ve soykırım suçudur. Tamamı, bu hâliyle Uluslararası Ceza Mahkemesinin yetki alanına girmektedir. Dolayısıyla UCM savcısının medyadaki görüntülere istinaden resen soruşturma açma yetkisi bulunmaktadır. Kaldı ki İsrail’in mahkemede bekleyen en az dört soruşturma dosyası daha bulunmaktadır. Yeni eklenen kanıtlarla birlikte UCM savcısı Karim Akmad Khan’ın soruşturmayı hızlandırması ve yukarıda sayılan suçların müsebbibi olan kişiler için ivedilikle tutuklama kararı verilmesi için harekete geçmesi mümkündür.
Savcı Kahn’a, neredeyse bir yıllık jet soruşturma ve kovuşturma sonucunda 17 Mart 2023 tarihinde, “Ukraynalı çocukların işgal altındaki Ukrayna topraklarından Rusya’ya sınır dışı edilmeleri ve nakledilmeleri” sebebiyle Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Rusya Çocuk Hakları Komiseri Maria Lvova-Belova hakkında çıkartılan tutuklama kararını hatırlatarak;
-“Orta Doğu’yu değiştireceğiz, Gazze artık eskisi gibi olmayacak” diyen Başbakan Netanyahu,
-“Orduya tam abluka emri verdim, askerlerin uyması gereken tüm kısıtlamaları kaldırdım” emrini veren Savunma Bakanı Gallant ve
-Gazzelilerin kuzeyden güneye tehcir edilmesi, hastanelerin boşaltılması, beyaz fosfor içeren bombaların kullanılarak sivil hassasiyet gözetilmeden tüm Gazze’nin bombalanması emrini veren İsrail’in tüm savaş kabinesi üyeleri hakkında;
Cenevre Sözleşmesi, Birleşmiş Milletler Şartı, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve UCM Tüzüğü’nün ilgili maddeleri gereğince tutuklama kararı verilmesini talep ediyorum.
Bu yazıyı okuyan herkesi de insaniyet namına benzer bir talepte bulunmaya davet ediyorum.