Kızılderililer’in topraklarını istila ederek devletleşen Amerika’nın tarihi, ‘işgaller’ müzesidir. 1986’da Libya’dan başlayan emperyalist sömürü, Panama’ya, Irak’a, Bosna Hersek’e, Sudan’a, Sırbistan’a, Afganistan’a, Haiti’ye ve 2014’ten bu yana da Suriye’ye ulaştı.
Amerikalılar’ın doyurulamayan iştahları, 2016’da Türkiye’de de kendini göstermişti. Bugünlerde ise Venezuela’da sancılı günler yaşatıyor. Küba ve Hawaii’de bıraktığı gözyaşı, elbette hatırlanıyor. Bir başka işgal de yurtdışındaki 450 bin asker ve 550 milyar dolar yıllık harcama ile Pentagon’un dünyadaki “askeri üs” varlığı üzerinden genişleyip yayılıyor.
İtalya’dan Almanya’ya, Honduras’tan Japonya’ya, Irak’tan Yunanistan’a… Küba’dan Burkina Faso’ya, Tayland’dan Filipinler’e… Hindistan’dan Suudi Arabistan’a, Fransa’dan Güney Kore’ye ve Katar’dan Türkiye’ye kadar, Amerika her yerde ‘Burası benim’ dediği bir askeri bölge ile dünyaya meydan okuyor. Dolayısıyla ABD’nin sınırlarını Atlas Okyanus ile Büyük Okyanus arasına sıkıştırmak mümkün değil. Hatta “Amerika’nın sınırları, Kars’tan başlar” denilirse; iddia sahibi haklı bile çıkabilir. Çünkü 150 ülkedeki bin 500 askeri üs ile aslında ABD’nin sınırlarının nereden başlayıp nerede bittiği izah ile mümkün değil.
9 milyon kilometrekarelik yüz ölçümü Amerika’nın gerçek topraklarını yansıtmıyor. Öyle ki; dünyadaki hegemonyayı çoktan eline almış ülke, artık galaksiler üzerinde de hükümranlık arayışında gibi duruyor. Mesela Amerikan Uzay Ajansı NASA’nın başlattığı “2020 Mars” projesi, romantik düşünce mi yoksa titiz kurgulanmış bir hesabın parçası mı; bilinmiyor.
Gelecek yıl Florida’dan Mars’a ateşlenecek uzay aracı ile Amerika, insanları değil de, isimlerini “dördüncü gezegen” dairesine taşıyor. Peki; dijital uzay mekiği biletleri ile NASA, sadece Mars’taki görevi için ‘tanıtım kampanyası’ mı yapıyor? Kızıl gezegendeki kraterlere, NASA’nın katılımcılarının isimlerinin verilmesi projesi bir başka mülkiyet iddiası veya dünyadan sonra geleceği, galaksileri de işgal hesabı olabilir mi yoksa? Doğrudan doğruya bunun için olmasa bile dolayısıyla bunun için olabilir.
Öte yandan NASA’nın bilimsel çalışmalarına, “sembolik” olarak adını verenlerin listesinde en fazla Türkiye’den katılımların bulunması, ‘türlü türlü aksiliklere yol açabileceği’ mizahını akıllara getiriyor. Cem Yılmaz’ın dediği gibi, uzay filmlerindeki en büyük tatava gemide problem çıkması değil mi zaten? “Kaptan! Gemi yalama oldu abi, tutmuyor” repliği ile de uzay bilimlerine bu kadar uzak Türkler’in, Mars 2020’ye aşırı ilgisi özetlenebilir.
2014’te 100 bin Dolar ödeyip Uzay’a turistik seyahat için bilet alan Fenerbahçe eski Başkanı Ali Şen ile Galatasaray eski Başkanı Ünal Aysal’ın eşi Ahu Aysal, yörünge dışına çıkmayı Mayıs 2015’te hayal etmişti; ancak hâlâ uçuşların gerçekleşmesi bekleniyor. Buradan bakınca daha yakın geçmişte bir köyden karşı köye gidemeyen, bir şehirden ötekine birkaç vasıta ile günlerce süren yolculuklar yapan, şehir içi ulaşımda Kadıköy’den Tuzla’yı, Topkapı’dan Bahçelievler’i uzak bilen insanların, bu kadar itibar göstermesi ‘Nereye gidiyoruz’ sorusunu doğuruyor.
TRT’deki ‘Uzay Yolu’ dizisini dikkat çekici kılan gemideki sorunlar gibi, Amerika’yı da galiba problemler güçlü gösteriyor. Kendi çıkardığı sorunlardan güç devşiren ülke, bu defa büyük bir meydan okuma ile dünyalar arası mahsup sırlar üzerinde hâkimiyet kovalıyor. Yoksa NASA’nın bir gün galaksiler arası seyahat mümkün olursa diye ‘uçuş mili’ hediye etmesi başka nasıl açıklanabilir. ‘Mars 2020’ projesi tamamlandığında, kampanya katılımcı sayısı olan 1 milyar insanı arkasına alacak ABD, istiklâli mühürlemek istiyor.