Misak-ı Milli diye bir sakızımız var. Ne zaman Türkiye, güvenlik nedeniyle sınırlarını Halep’e, Musul’a, Batum’a, Batı Trakya’ya çekse içeriden bir koro “Ama Misak-ı Milli sınırlarımız” diye bik bik diye ötmeye başlıyor.
Neymiş efendim…
Misak-ı Milli (Milli Yemin) Kurtuluş Savaşı’nın manifestosu imiş. Kutsalmış. Dokunulmaz imiş.
Yine öyle olsun…
Yine öyle olsun da dünya 28 Ocak 1920’nin dünyası değil ki artık…
11 bin küsur kilometre ötedeki Amerika, “Bizim sınırımız Kabil’den, Bağdat’tan, Şam’dan başlar” derken sen Misak-ı Milli masalıyla içine kapanıp “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyemezsin.
Rusya, Çin, İngiltere… Emperyal güce ulaşmış bütün büyük devletlerinrefleksi aynıdır.
Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Ege, satılmış bir yığın beyinsiz tarafından yönetilen güneydeki devletçikler ve terörist Acem mollaları tarafından kuşatılmışken bu masal biraz fantastik hatta romantik kalmıyor mu?
28 Şubat’tan 15 Temmuz’a kadar gelen süreçte bir şey gördük: Türkiye çok ciddi biçimde istikrarsızlaştırılmaya çalışıldı. Bölünmek için bir yığın operasyon çekildi ama yıkılmadı. 27 Nisan ve süreği birtakım ekonomik darbe ve müdahale ile de yıkılmadı. Pentagon, FETÖ, HDP/PKK, Rusya, Çin eliyle kurulan çukura da gömülmedi. Diyarbakır, Ceylanpınar, İnönü Stadyumu, Gezi isyanı, Sultanahmet kalleşliği ile de bu iş olmadı. Kürt-Türk, Alevi-Sünni çatışması ile de beceremediler…
Şimdi operasyonunun şekli ve mevzii değişti. Arap Baharı ile başlayan Yeni Dünya dizaynı operasyonu bitmedi. Biraz İran, ardından Kafkaslara yönelecek.
Batı, Ege için de başka bir kurgu peşinde. Kıta sahanlığı, Libya ile başlattığımız münhasır bölge, Doğu Akdeniz’deki gaz ve petrol arama faaliyetleri…
Bütün bunlara baktığımızda…
Nasıl olur da, “Türkiye’nin İdlib’de, Libya’da ne işi var?” sorusunu sorabilirsiniz?
Türkiye’nin ‘büyük devlet’ olduğunu yeniden hatırlaması dünyayı rahatsız ediyor. Etsin elbette…
Ama dünyaya kafa tutarak, “Bana rağmen bu bölgede iş tutamazsınız” diye masaya yumruğunu vurması bizi neden rahatsız ediyor, anlamak mümkün değil.
Türkiye bölgesindeki tezgâhları görerek net ve kararlı bir politika izliyor.
Şayet bugün İdlib’de olmaz isek…
Diyarbakır’da da olamayız, Hakkâri’de de…
Hatta ve hatta Batı Trakya’da bile olamayız.
İsrail üzerinden çok boyutlu bir siyaset kurgulanıyor. Fırat’ın doğusundaki YPG’nin meşrulaştırılması konusunda bir siyaset dayatılmaya çalışılıyor. ABD’nin son İdlib olaylarından sonra tavrı değişti. Rusya ile çıkacak kriz bizi yeniden Pentagon’a yaklaştıracak beklentisi içinde olanların sayısı az değil.
Türkiye böyle bir dayatmanın farkında ve asla bunu kabul etmeyecektir.
Avrupa Birliği ülkeleri…
Özellikle Almanya, Fransa ve Yunanistan mülteci sorunu üzerinden Türkiye’nin bileğini İdlib’tebükmek istiyor. Böylece Doğu Akdeniz’deki çalışmalardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Hatta Libya meselesini de bu masaya getirme çabası içindeler…
O yüzden…
Türkiye, İdlib dahil olmak üzere kendi sınır güvenliği için meşru müdafaa yapıyor. Beka sorunu olarak görüyor. 70 yıldır maddi ve manevi olarak servet akıttığı NATO dahil, hiç kimse yanında olmasa bile mücadelesini tek başına, hiç kimseye bağımlı olmaksızın yapabilecek imkan ve kapasiteye sahip olduğunu bütün dünyaya haykırıyor.
Bu çok anlamlı ve kıymetli bir şeydir…