Türkiye’nin otmobille imtihanı

Abone Ol

Almanya’dan henüz gelmiş, otuzlarında genç bir mühendis.

Kariyer karnesi pekiyilerle dolu.

Gurbette gerekli eğitimleri almış, aktif görevler üstlenmişti.

Artık ülkesi adına çalışmak, milletinin emrine sunabileceği bir şeyler yapmak istiyordu.

Ne olabilirdi?

Almanya’nın yerli otomobillerine de bir ayrı cezp olurdu.

Düşünmeden edemedi;

“Neden, ülkemin sokaklarında bizim de yerli birer otomobilimiz dolaşmasın?”

Evet. İyi fikirdi.

Çok geçmeden giydi mavi önlüğü, sıvadı kolları, topladı genç mühendis kadrosunu;

Emin, Orhan, Nurettin, Mustafa, Celal, Mehmet, Hüsnü, Necati, Tayfun, Gültekin, Hamit, Kemal, İsmail, İsmet, Hasan, Latif…

Ateş gibi çocuklardı hepsi.

Gözleri çakmak çakmak…

Onlar da vatanı için bir şeyler yapmak heveslisiydiler.

İvedi toplantılar düzenleyip, 16 Haziran 1961 sabahı, Eskişehir Cer Fabrikası’nda “Bismillah” dediler.

Önce modelini tasarladılar ilk Türk otomobilinin.

Sonra motor bloku ve pistonlarını dökmeye başladı İsmail Usta.

Ardından cam çerçevesini montelemeye başladı Celal ile Faruk.

Far, lastik, tampon, koltuk, direksiyon, ayna da misafir oldu hemen, o heybetli cüssesine.

Bir de üstüne zımpara – boya attı mı Salih’le Hamza, ak gelinliğiyle çıkmaya hazırdı görücüye bizimki.

İlk prototipin zafer sevinci yaşanırken, Ankara’dan gelen bir mektup, hevesleri kursakta bırakmaya yetmişti;

“Aynından bir tane daha istiyoruz. Şöyle, bürokrasinin şanına yaraşır bir şey olsun”.

İyi, hoş, güzel de…

29 Ekime yani otomobilin görücüye çıkmasına tam tamına 15 gün kalmıştı.

Nasıl yetişecekti peki?

“Ümitsizlik yok” demişti, Almanya’dan gelen bizim genç mühendis;

“Önceki yöntemleri tekrarlayarak yeniden yapabiliriz. Hem de, daha hızlı”.

Hiç kimse ihtimal vermese de, insanüstü çabalarla, bir tane de siyahından üretildi.

Her bir şey tamamdı.

Peki, adı ne olmalıydı?

“Zafer” dedi Salih.

“Utku olsun” diye atıldı, İsmail Usta.

Gözler işin pirine, “Alamancı” genç mühendise çevrilmişti. O da, son noktayı koymuştu;

“Türkiye’de teknoloji adına madem bir devrim yaptık. Adı, Devrim olsun bunun, olmaz mı” dedi.

Güzel bir fikirdi.

İlk Türk otomobilimizin adı, “Devrim” olmuştu.

Tüm bu saydıklarım, tamamen insan kuvveti, dönemin ve ülkenin imkânlarıyla, tam tamına dört ayda geçekleşti, biliyor musunuz?

Ve nihayet büyük gün, gelip çatmıştı.

Mahşeri bir kalabalık, meraklı gözlerle ilk Türk otomobilinin kuğu gibi süzülüşünü izlemeye gelmişti.

Gururla…

Gazeteciler, ardı ardına patlatıyordu flaşlarını.

İki adet Devrim otomobili, yan yana duruyorlardı.

Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel siyahına, diğer bürokratlar da beyazına yerleştiler.

Şoför koltuklarında da genç mühendislerimiz…

İlk ateşlemeler verildi.

Çıt, çı çı çı çı çı, çın çın çın, hırrn, hırnnn, hırnnn… Bır bır bır bır bır…

Ve çalıştı!

Hadi, Bismillah!

Anıtkabir’e doğru yol alınıyordu ki, daha ilk kilometreden itibaren teklemeye, ivme kaybetmeye başladı Devrim otomobilleri.

Allah Allah! N’oluyordu bunlara?

Az önce saat gibi çalışan bu arabalara, ne oluyordu?

Stop ettikten sonra, mühendislerimiz ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kez çalıştırmayı denerlerken, Cumhurbaşkanı Gürsel ve ekibi, çoktan inmiş ve boynu bükük, kendi makam otomobillerine geçmişlerdi bile.

Bu meçhul olay karşısında, tüm dünya kamuoyuna rezil olmuştuk.

Ve maalesef birilerine de bahane olmuş, “Türk Otomobili” defteri, ilelebet kapanmıştı.

Ancaaaaak…

Ta ki, 2 Kasım 2017 tarihi gelene kadar.

Cumhurbaşkanımız teşvikiyle, beş babayiğit çıktı meydane!

“Ya Allah, Bismillah” dedi.

Anadolu grubu, BMC, Kıraça Holding, Zorlu Holding ve Turkcell.

Milletçe, her birine ayrı ayrı müteşekkiriz.

2019’da ilk prototipi, 2021’de de seri üretim ve satışına geçilmesi planlanıyor.

İsmi henüz belli değil. Bakacağız.

Allah utandırmasın, muvaffak eylesin ve hayırlı olsun diyelim.

Ha bu arada, yazının en başında, Almanya’dan gelen genç mühendisten bahsetmiştim ya.

Kim miydi o babayiğit?

Necmettin’di adı. Necmettin Erbakan.