Bu yönde birkaç alternatif üzerinde beyin fırtınasına kaldığımız yerden devam edelim. Fakat öncelikle ortaklık arayışları sürerken hayaller ve gerçekler arasında ayaklarımızı yere sağlam basarak yürümemiz gerektiğini unutmayalım.
Alternatifler tartışılırken bir günde karar verip icra etmek mümkün değildir. Mesela Türk dünyasıyla ilişkiler konusunda ortak alfabe ve lehçelerin yakınlaştırılmasından, ortak tarih kitaplarının yazılmasına, ortak TV’lerden ekonomik işbirliklerine kadar birçok konuda emek verilmesi gerekiyordu. Rusya’nın bu bölgelerdeki nüfuzu, asırlık varlığı ve psikolojik avantajlarını ustalıkla kullanması, dilbilim gibi ciddi konulardaki yüzyıllık birikimi ve profesyonel yönlendirmeleri karşısında Türkiye’nin bütün avantajlarına rağmen hazırlıksız ama iyiniyetli yaklaşımları rakiplerine göre oldukça zayıf kalıyor. Hatta bir süre sonra avantajlar dezavantaja dönebiliyor.
Büyükelçilikler, TİKA, Yunus Emre gibi resmi kurumların gayretkeş çalışmalarına rağmen geçmişten gelen açık, gecikmiş yatırımlar ve koca bir coğrafyanın sadece iki alanına temas ederek kapatılamayacak kadar büyük. Buna bölgeye ilginin dış politika halkaları arasında beşinci sıraya düşmesi, ilgi eksikliği, bölgenin romantizm veya yanlış parametreler üzerinden değerlendirilmesi de katılınca devasa büyüklükteki akraba bir coğrafya diğer profesyonel devletlerin insaflarına kalmış oluyor. Bu saha, hala ilgi bekleyen gecikilmiş alternatif sahalardan yalnızca birisi…
Bu devletlerin ve insanların yalnızca ihtiyaç duyulduğunda elde edilebilecek “çantada keklik” bir kitle olmadığı unutulmamalı. Açıkçası eski Sovyet coğrafyası mirasını Laleli piyasasından tanıdığını zanneden herkes yanılır. Arkasındaki derinlik ve felsefeye bakmadan bugün Rusya’nın nasıl toparlandığı da anlaşılamaz.
Bu anlamda Türk Dünyası veya “Türk dilli halklar”ın hiç olmazsa kültürel ve ekonomik açıdan yakınlaşmaları, aralarında gümrük birliği kurulabilmesi, ekonomik işbirliklerinin artırılması Azerbaycan’dan başlayarak diğerlerine doğru yaygınlaştırılmalıdır. Proje bazlı ilişkilerimiz olduğu ileri sürülebilir. Fakat tek bir proje veya birkaç proje kapsamındaki ilişkiler normal olarak amaçlarıyla sınırlı ve geçicidir.
Ayrıca bu tarz bir ilişki, gerçek anlamda uzun vadeli ilişkilere hizmet etmez. Bu tür birliklerin oluşturulmasında, ortak sınır olup olmamasına bakılmaksızın gümrük birliği gerçekçi, ciddi ve oldukça iddialı bir adımdır. Böyle bir yeni adımda başarı sağlamadan hayal kurarak daha geniş “Birlik”ler oluşturulamayacağında hiçbir şüphe yok. Benzer durum diğer alternatifler için de geçerli.
Türkiye’nin lokomotif olduğu/olabileceği Karadeniz Ekonomik İşbirliği gerekli bir çalışmaydı. Adını nadiren duyduğumuz on üyeli ve son derece önemli olanEkonomik İşbirliği Örgütü (EİT) canlandırılması gereken en ciddi alternatiflerden birisidir.
Diğer bir alternatif olarak zaman zaman gündeme gelen İslam ülkeleri arasında bir Birlik kurma, bütün yakınlık ve benzerlikler yanında, etnik, kültürel farklılıklar, dil çeşitliliği, sosyo-ekonomik ve gelişmişlik farklıkları diğer yandan da bu ülkelerin çoğunun karar alma mekanizmalarının tam olarak dışa bağımlı oluşu bu tür bir birliği gerçeklikten uzaklaştırıyor. Türkiye’ye Türk dünyasındaki Müslüman halklardan sonra, dokusu itibariyle en fazla benzeyen Suriye ve Irak’ın tarihçesi ve kısa vadede dinmeyecek savaş ve iç karışıklıklar, hayal edilen yakınlaşmanın tam aksi yönünde gelişmeleri önümüze koyuyor.
Bunun yanında coğrafi olarak uzak olsa da Arap dünyası içinde Türkiye’ye ve sosyo-kültürel gelişmişlik açısından, yönetim yapısı ve mantığı bakımından en yakın olanları Mağrip ülkeleridir (Cezayir, Fas, Tunus). Onlarla mesafelerin uzaklığı ve tarihi bağların diğerlerine göre daha zayıf olması, Fransız nüfuzu ve bugüne kadar bağların yeterince güçlenmemesi akla gelen engeller arasında. Fakat bu engeller ciddi işbirliklerine engel değil.
Türkiye’nin alternatif arayışlarında, AB ile yaşanan ve herkesçe malum öğretici süreç, sizin kendinizi nasıl gördüğünüzden çok başkalarının sizi nasıl görüp kendi politikaları, bagaj ve rezervleriyle değerlendirildiğiyle yakından ilgili. Büyük bir beklenti, tek taraflı aşk ve sarf edilen emekler ve kaçırılan diğer fırsatlar… Biz, AB eşiğinde beklerken dünya birkaç kez kurulup dağılmış oldu.
Fakat yaşanan ve henüz nihai karara bağlanmamış olan bu sürecin bütün üye ülkeler gibi ülkemiz adına da kendini gözden geçirme fırsatı yönüyle önemli olduğu ve yenilenmeyi sağladığı ve bugün gelinen noktada elde edilen tecrübe ve kazanımların olduğu ve çıkarılacak derslerin olduğunu söylemeliyiz. Türkiye’nin AB’nin alternatifi olarak düşündüğü, ancak onun başarı ve başarısızlıklarından çıkarılacak derslerle, mesela hiç olmazsa Azerbaycan’la ekonomik işbirliği veya uzun vadede gümrük birliğini denemesi, mütevazı görünse de hayalden gerçeğe doğru ayaklarımızı yere bastıracak önemli bir adım olacaktır. Bu mütevazı adımın önünde Türkiye’ye yaşatılacak zorluklar, önümüze fantezi olarak ve zorda kalındığında daha büyük hayallerle akla gelen senaryoların gerçekliğini ve sağlamasını almamıza yarayacaktır.
Anlaşılması gerekiyor ki, tarihi, kimliği, felsefesi, kendi kültür tasavvuru üzerine uzun vadeli dış politikalar geliştirilmedikçe alternatifler kaçırılmaya devam edecek.
Kalıcı ve derin izler bırakmanın yolu gerçekçi strateji ve planların yapılmasına bağlı. Yine hatırlamakta fayda var ki: gerçek hayatta olduğu gibi dış politikada da idealler, ancak bilgi, emek, gayret ve alın teri üzerinde yükselebilir.
Türkiye’nin ortaklık arayışlarına dair (2)