İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada tırmanışa geçen Sovyetler Birliği ve Komünizm tehlikesi Batılı ülkeler arasında tedirginliklerin oluşmasına yol açtı. Genelde bu tehlikeyi bertaraf etmek, özelde ise üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini koruma maksadıyla on iki devlet Washington’da ABD öncülüğünde bir araya gelerek yüksek düzeyde teşkilatlandırılmış askeri ve politik ittifakın temellerini attılar. 4 Nisan 1949 tarihinde imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması ile vücuda gelen NATO’nun günümüzde yirmi dokuz üyesi bulunmaktadır.
Türkiye, 18 Şubat 1952’de NATO’ya üye oldu. Bu tarihten sonra ülkenin savunma ve güvenlik politikasının mihenk taşını NATO oluşturmaya başladı. Ordunun modernizasyonu, güvenlik ve savunma politikaları, askeri eğitim ve yardımlar ile istihbarat paylaşımı, Soğuk Savaş’ın ağır koşullarında yeterli düzeyde ulusal savunma sanayisine sahip olmayan Türkiye için ciddi fırsatlar sunuyordu. Ayrıca Sovyet Rusya’nın tehdit ve talepleriyle irkilen Türkiye’ye, NATO’nun kuruluş antlaşmasının kolektif savunmaya ilişkin 5. Maddesinin, ek bir güvence sağlayacağı hesap ediliyordu.
Bununla birlikte NATO’nun üyelerine çizdiği çerçeve, Türkiye’nin batılılaşma ilkelerine de uygun düşüyordu. Zira NATO, politik ve askeri vasıtalarla üyelerinin özgürlüğünü, güvenliğini ve demokratik değerlerini koruyup geliştireceğini vadediyordu. Dahası NATO, üye devletler arasındaki ihtilaflara barışçıl yollarla çözümler üretmek, üyeler arası işbirliklerini desteklemek ve olası çatışma zeminlerinin ortadan kaldırılmasına doğrudan ya da dolaylı şekilde yardımcı olmak gibi bir vizyonu savunuyordu.
Sunulan fırsat ve yardımlar karşılığında NATO’nun üyelerinden temel beklentisi, NATO’nun politikalarına ve stratejilerine uygun bir şekilde güvenlik politikalarını ve savunma planlarını düzenlemeleriydi. Ek olarak, kuvvet konuşlandırmaktan, silah tedarikine kadar tüm hesaplamalar NATO’nun kurallarına uygun yerine getirilmeliydi.
Bu bağlamda Türkiye, tüm askeri birliklerinin yapılanmasını NATO’nun bütünleşmiş merkezi komuta-kontrol yapısına göre yeniden tanzim etti. 1975 tarihinde kurulan Ege Ordu Komutanlığı ya da 4. Ordu Komutanlığı, Yunan tehdidinden dolayı bu yapılanmanın dışında bırakıldı.
Meşhur Johnson Mektubu ile alevlenen Kıbrıs sorunu ve Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında gelen ambargo, Türkiye’de NATO karşıtlığının üst seviyelere tırmanmasına zemin hazırladı. NATO üyelerinin Türkiye’yi terörle mücadele konusunda yalnız bırakması ve Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine samimi yaklaşımlar sergilememeleri, Türkiye’de müttefikliğin sorgulanmasına iyice kapı araladı.
Son yıllarda Suriye krizi dolayısıyla Türkiye’nin acil ihtiyaç duyduğu Patriot uçaksavar füze sistemlerinin ülkeye verilmemesi, ABD ve AB ülkelerinin PYP/YPG güçlerine aktif destek sağlaması, 15 Temmuz sürecinde Türkiye’nin yalnız bırakılması, Türk kamuoyunun NATO’ya olan güvenini yerle yeksan etti.
Hal böyle olunca Türkiye, NATO’nun temsil ettiği dayanışma ve kolektif güvenlik olgusunu kaçınılmaz olarak yüksek sesle tartışmaya başladı. Yine de Türkiye, tüm olumsuzluklara rağmen 68 yıldır ittifakın değerleri ve prensiplerine aykırı bir tutum takınıp, müttefik olmanın getirdiği sorumlulukları ve yükümlülükleri terk etmedi. Karşılıklı güven bunalımının yaşandığı bu gergin havada, NATO’ya düşen vazife, “güvenliğin bölünmezliği” düsturu bağlamında Türkiye’ye karşı üzerine düşeni yapmasıdır.