Bilgi çağında bilgisayar ve iletişim teknolojilerinin gelişimi ile birlikte zaman da çok hızlı akmaya başladı. Dün İdlib’i konuşurken bugün Kerkük’ü, yarın belki başka bir yeri konuşacağız. Aslında olayların peşinden gitmek yerine olayları bütün olarak incelemek zamanı yakalayabilmek adına uygun bir yöntem olabilir. Buna ihtiyacımız da var aslında, aksi takdirde tek yönlü ve sığ analizlerle sadece zaman kaybederiz. Bu nedenle Türkiye’nin Irak ve Suriye özelinde Ortadoğu’da yürüttüğü çoklu ve asimetrik odaklı aynı zamanda yeni yerel aktörlerde üreten politik yaklaşımına bütüncül bakmamamız gerekir.
Bu yılın ağustos ayının başlarıydı, Haşdi Şabiler, Musul operasyonu kapsamında Telafer’e girmek istemişlerdi. Amaç Telafer’deki DAEŞ militanlarından şehri temizlemek olarak söyleniyordu. Ancak Telafer’de yaşayan Sünni halk bir Şii katliamından korkuyordu. Gerilim o kadar arttı ki bölge genelinde Şii-Sünni çatışması olmasından endişe edilmeye başlandı. Sadece Telafer’de değil başta Musul olmak üzere Sünniler’in yaşadığı bütün yerlerde bir anda katliama uğrama korkusu en yüksek seviyesine çıktı. Ama korkulan olmadı. Neden biliyor musunuz? Tam o günlerde Türkiye TSK’nın bir kısım zırhlı birlik unsurlarını Silopi sınır hattındaki ileri mevzilerine hareket ettirdi ve askeri tabirle bu birlikler ileri konuşlanma noktalarında tertiplendiler, yani Türkiye askeri gücünü caydırıcı bir şekilde bir kez daha sessiz sedasız kullandı. Fakat bu planlı askeri hareketlenmeden dolayı alması gerekenler gerekli mesajları aldılar. Zira Musul ve Telafer TSK’nın etki sahası içerisinde ve zaman olarak da bir buçuk saatlik mesafededir.
PKK’NIN KAMPLARINA KARA OPERASYONU
Yine geçtiğimiz günlerde TSK unsurları Şemdinli ve Yüksekova bölgelerinden PKK’nın yuvalandığı kamp yerlerine yönelik kara operasyonu başlattı. Şu an yaklaşık beş kilometre derinlikte kamp kurmuş teröristleri temizliyorlar. 22 Ekim günü sabah saatlerinde etkisiz hale getirilen altı teröristle birlikte Zap bölgesinde toplam etkisiz hale getirilen terörist sayısı yaralı teröristler hariç 51’e ulaştı. Ve edindiğimiz bilgilere göre kalıcı güvenlik sağlanana kadar operasyon devam edecek. Önümüzdeki günlerde teröristleri etkisiz hale getirmek amacına yönelik bu tür mahdut hedefli askeri harekâtların Türkiye-Irak sınırının diğer bölgelerinde yapılmasını muhtemel görüyorum. Bu şekilde Türkiye, yurt içinde bitme noktasına getirdiği teröristlerle arasına mesafe koymaya başlamış oluyor ki güvenliğin kalıcı hale getirilmesinde bu durum ikinci safhayı oluşturmaktadır.
Irak’ın kuzeyine bakacak olursak merkezi Irak yönetiminin IKYB’ye havalimanları ve sınır kapılarının devir edilmesi için verdiği 48 saatli süre doldu. Aldığımız haberler Amerika’nın araya girmesiyle 48 saat daha ilave süre verilmesinin gündemde olduğu. Aksi takdirde başta 12. Ordu olmak üzere Irak merkezi yönetimine ait Haşdi Şabi ağırlıklı askeri birliklerin IKYB bölgesine girerek havalimanlarını ve sınır kapılarını denetim altına alacakları söyleniyor. Ancak daha ilginci Barzani’nin nerede olduğu konusunda bir bilgi yok. Konuştuğumuz yerel kaynaklar Barzani’nin Irak’ta olduğunun teyit edilemediğini belirtiyorlar. Şu sıralarda Barzani’nin alternatifinin ne olabileceğinin güçlü bir şekilde tartışıldığını biliyoruz. Kuzey Irak’taki referandum sürecinin Barzani’nin tasfiye süreci olabileceğini daha önceden ifade etmiştim. Referandum tiyatrosu fiyaskoyla sonuçlanınca artık iç dinamiklere söyleyecek sözü de kalmayan Barzani Erbil’deki kendi köşesine sıkışmış gibi görünüyor. Ve korkulduğu gibi bölgede Sünni- Şii çatışması gibi bir durumun olmaması, başta Kerkük olmak üzere tartışmalı bölgelerden Perşmergelerin tartışmasız şekilde çıkarılmaları, denge ve istikrarın sağlanmasını destekliyor. Ayrıca bir çatışma olabileceği korkusuyla kenti terk eden Türkmen halkın şu sıralar Kerkük’teki evlerine dönmeye başladıkları yönünde de bilgiler geliyor. Bütün bunlara ilave olarak merkezi Irak yönetiminin Kerkük’te PKK varlığının savaş sebebi olacağını ilan etmesi istikrarı arttırıcı diğer bir husus.
TÜRKİYE’NİN DIŞ POLİTİKADAKİ SİYASİ KARARLILIĞI
Türkiye kurumsal askeri gücüyle Irak’ın kuzeyinde varlığını devam ettiriyor. Aynı şekilde Suriye’de de yine kurumsal silahlı gücü ile alanı şekillendirmeye devam ediyor. Dikkat edilirse kurumsal ve resmi askeri gücünü kullanan Türkiye dışında başka bir aktör de yok. Diğerleri yarı askeri sayılabilecek, aşiretlikten evrilmiş paramiliter güçler. Örneğin Peşmergeleler. KDP ve KYB bölgelerinde 10 bini Türkmen yaklaşık 100 bin Peşmerge gücü bulunuyor. 2005 yılında IKYB resmi bir statü kazanıp Barzani ve Talabani birleşme kararı aldıklarında birleştirilmeyen tek şey Peşmerge güçleri oldu. Halen bu durum devam ediyor. Peşmerge güçleri her ne kadar askeri güçmüş gibi görünse de yarıdan fazlası işi gücü olan, eğitimsiz ve aşiret kuralları hariç genellikle denetimsiz silahlı unsurlar. Aslında Perşmergelerin oluşturulmalarındaki diğer bir amaç da bölgedeki insanları memur statüsünde maaşa bağlayıp işsizliği önlemek, bu sayede insanlara bir gelir kapısı sağlayarak yönetime bağlılıklarını temin etmektir. Benzer durumu Haşdi Şabiler için de söylemek mümkün. Sayıları 100 bin civarında olan Haşdi Şabiler yaklaşık bir yıl önce bir hafta sonu çıkarılan kanunla Irak ordusunun resmi parçası haline getirildiler. Kâğıt üzerinde geldiler ama gerçekte ne kadar resmileşebildiler, ne kadar kurumsallaşabildiler, bunlar soru işareti. Dolayısıyla Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının Irak’ın kuzeyinde devam eden mevcudiyeti ve Türkiye’nin dış politikadaki siyasi kararlılığı alandaki en büyük denge kaynağıdır. Hal böyleyken ve tam da ciddi değişim rüzgarları eserken, IKYB’de yeni yapılanmalara göz kırpılıyorken, bölgede Pers hakimiyeti kuruluyor, bu durum PKK/PYD’den daha tehlikeli gibi söylemler gerçeği yansıtmamaktadır. Bölgede İran etkisini küçümsemek yanlış olacağı gibi yukarıda örnekleri ile anlattığım üzere Türkiye’yi yok saymak da büyük hata olur. Ayrıca Suriye’nin güneyindeki PYD/PKK’nın koridor oluşturma çabası halen devam etmekte. Yani güney sınırımızdaki terörist gücün ABD desteğindeki gelişimi ve mevcudiyeti sürmektedir. Bu terörist unsurlar sadece Türkiye’ye değil aynı zamanda İran, Irak ve diğer bölge ülkeleri için de tehdittir. Dış politik arena da Astana mutabakatı ile sağlanan istikrarlaştırıcı gücün “teröristan” koridorunu engelleyici tarzda kullanılması önemlidir.
Önümüzdeki yakın süreçte Barzani’nin zaten yok hükmündeki referandumla kendinin soktuğu paradokstan Türkiye yönünde bir açılım yapması muhtemeldir. Türkiye’nin belirlediği şart ve kriterlere uyması halinde Barzani ile ilişkiler yeniden değerlendirilebilir. Aynı zamanda Barzani’nin gitmesi durumunda alternatifinin ne olacağı da çalışılmalıdır. Zira artık hem iç muhalefet hem diğer yerel aktörler ve bölgesel oyuncular nezdinde Barzani hiç olmadığı kadar zor bir durumdadır. Her geçen gün daha güçlü istifa çağrıları yapılmakta ve sosyo-politik çember Barzani için daha da daralmaktadır. Aslında bu durum IKYB’deki siyasi istikrarsızlıkla da birlikte değerlendirilmelidir. Zira her geçen gün derinleşen siyasi krizin bölgeyi yeni risklerle karşı karşıya bırakması olasıdır. Bu nedenle daha makro bir bakışla önümüzdeki süreçte IKYB ile kurulacak ilişkilerin şu an olduğu gibi başta PKK olmak üzere terörist unsurlarla mücadele, bölgedeki sosyal dengenin korunarak siyasal istikrarın tesis edilmesi ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi ekseninde nasıl şekillendirileceği düşünülmelidir.
TÜRKMENLER ASKERİ UNSURLARDAN YOKSUN
Kuzey Irak özelinde orta ve uzun vadeli iki hususa daha değinmek isterim. Bunlardan birincisi Türkmenler’in geleceği ile ilgilidir. Yukarıda bölgedeki silahlı güçleri ve bunların politik uzantılarını anlattım. Ancak 3 milyon nüfusuyla Türkmen varlığından hiç bahsedemedim. Çünkü Türkmenler, politik gücü destekleyecek askeri unsurlardan yoksun. Türkmen çoğunluğun şimdi ve gelecekte bu durumdan kaynaklanan hassasiyetleri giderecek uzun vadeli planlama ve çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu durum aynı zamanda Türkiye için de hayati öneme haizdir. Türkiye’nin Ortadoğu jeopolitiğinde etkili olabilmesinin en önemli bileşenlerinden biri bölgedeki sosyokültürel bağları bulunan unsurları alanda etkili aktörler haline getirmektir. Tıpkı ÖSO gibi. Söylenmesi gereken ikinci husus ise Türkiye’nin Jeopolitiğinden kaynaklanan geleceğe sari risklerin her zaman Türkiye için bir beka sorununa yol açabileceği dikkate alınarak alandaki askeri gücü destekleyecek teknolojik altyapının daha süratli geliştirilmesi gerekliliğidir. Bu kapsamda dışa bağımlılığın ortadan kaldırılması hayati önemdedir. Özellikle “Altay Tankı” süreci bütün teknik ve teknolojik argümanlarıyla hızlandırılmalı ve sonuçlandırılmalıdır. Orta ve yüksek irtifalı hava savunma sistemleri ile anti tank füzelerine karşı koruma sağlayacak askeri teknolojiye önem verilmeli, patlayıcıların tespit ve imhasını sağlayacak teknoloji geliştirilmesine devam edilmelidir. Tabii ki bu geçiş döneminde Hava Kuvvetleri’ndeki pilot ihtiyacının karşılanmasında yapıldığı gibi diğer kuvvetler ile Jandarma Genel Komutanlığı’nın uzman personel ihtiyacını ivedilikle karşılayacak yeni çözümlere ihtiyaç olduğu göz ardı edilmemelidir…