Recep Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği büyük bir ahlak var; isyan ahlakı. Bu dünya düzenine isyan… Daha ilk günlerde ordu vesayetine karşı isyan edildiği dönemde herkes biliyordu ki bu mesele, Türkiye sınırları içinde kalmayacaktı. Çünkü Türkiye’de olan hiçbir şey Türkiye’de kalmaz. Kalmadı da… Zor bir yolculuktu, dedikodularla doluydu, hainler, arkadan hançerleyenler, iftira edenler vardı. Ordu vesayeti bitmesin diye suikastlar oldu, felaketlere kehanet edip kendi kehanetlerine çalışan hainler oldu; derken sonunda Türkiye dört büyük vesayetten birini bitirdi. Artık askeri vesayet yoktu ama sermaye, yargı ve bürokrasi vesayetleri hâlâ devam ediyordu.
Tam burada sadece ordu vesayetine karşı verilen mücadele bile Amerika’nın Türkiye’yle kanlı bıçaklı olmasına yetecek kadar büyük ve affedilmez bir suç sayılabilir. 1945’ten sonra bütün dünyada “Komünizmle mücadele, radikalizmle mücadele, demokrasiyi koruma, hukuk devletini koruma, anayasal düzeni koruma” diye türlü türlü heyula bahanelerle ülkelerin ordusunu komuta altına almak için yapılan o kadar yatırımdan söz ediyoruz. Fahri Amerikan Konsolosluğu gibi olan askeri okullar, Amerikan hayranı mandacı subaylar, NATO’cular, Gladyocular(…) derken her ülkede Amerika’ya tapan bir ordu imal etmişlerdi. Bu uzun soluklu, çok pahalı ve çok zahmetli küresel bir inşattı ve Türkiye buna karşı ilk dominoyu devirdi. Tarih bize gösteriyor ki normal şartlar altında Amerika bunun yarısı kadar bir isyan için Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmıştı. Döviz atakları, ambargolar, yaptırımlar, bankalara haciz gibi kesilen cezalar beklenenin çok altında gerçekleşti aslında.
Amerika’nın elinden ordusunu almak, medyasını almak, yargısını almak, bürokrasisini almak akşamdan sabaha olacak “Verdim kararı oldubitti” işler değildir. Uzun soluklu dirayet, sürekli değişen dengelere sürekli her sabah yeniden güç dengesi kurarak cevap vermeyi gerektirir. Amerika’nın medyası denilince herkesin aklında üç aşağı beş yukarı canlanabilir ama Amerika’nın bürokrasisi ya da yargısı nasıl oluyor? Afyon’da doğmuş bir Türk evladı liseyi okumuş, mülkiyeden mezun olmuş, memur olmuş, terfi almış, yükselmiş ve sonunda müsteşar olmuş (böyle bir Afyonlu müsteşar yok zaten artık müsteşarlık da yok) Nasıl oluyor da bu adam Amerika’nın elemanı haline dönüşebiliyor? Ankara’da yolunu kesen bu adamın “Sen hain misin, niye Amerika’ya çalışıyorsun, niye ülkeni satıyorsun” desen şaşırır; hatta seni mahkemeye verir. Asla kabul etmez. Hain değil ki, ihanet içinde olduğunun farkında değil sadece… Uluslararası dengeler diye öğrendiği şey aslında 3K. Yargıda ve bürokraside çalışanlar doğal olarak 3K’ya sadıktır. 3K’ya sadakati ülkeye hizmet zannettirdiler insana. 3K, Kapitalizmi Koruma Kanunları denilen bütün alışkanlıkların kısaltmasıdır.
Venezuela Merkez Bankası Başkanı Iliana Josefa Ruzza mesela… Ülkesi dolar tahakkümü altında ezilirken kendisi milli yerli parayla ticaret konusunda ülkesine köstek oluyor. “Dolar dışında bir parayla alışveriş yaparsak kredi maliyetlerimiz yükselir” diyor. Tam burada Ruzza Hanım’ın dediğinin doğru olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Silah, ilaç ya da enerji ticaretinde dolar dışında bir para birimiyle alışveriş yapmaya kalkan her ülke merkez bankası başkanı yaptırımla, ambargoyla tehdit edilir. Kara parayla suçlanabilir. Kara para demek zehir, silah, organ, insan satmaktan kazanılan kirlilik değildir. Mafyaların kestiği haraçlar, adil olmayan ticaretler, kölelikten, fuhuştan kazanılan para demek değildir. Kara para, dolar dışında bir para birimiyle uluslararası ticaret yapıp Amerika’ya haraç vermemek demektir. Mesela Amerika’nın ambargo uyguladığı bir ülkeyle ticaret yapıp para yerine altın almak demektir. Hakan Atilla davasında da benzer şeyler yaşanmıştı. Fetullahçı terörist savcılar, polisler, hakimler, bürokratlar, askerler Amerika’ya gidip, “Türkler sizin sözünüzden çıktı, size haber vermeden İran’la alışveriş yapıyorlar, size bir sürü delil getirdik” diye eğilerek tanrılarına arz etmişlerdi. Kara para olmazsa en iyi ihtimalle dolar dışında kendi parasına meyleden her merkez bankası başkanı 3K kuralı gereği bilir ki; dolar kredi alırsan %3 faiz, dolar dışında bir parayla alırsan %6 faiz ödersin. 3K sadece para değildir. Eğitim, sağlık, medeni hukuk, ticaret hukuku, medya, kültür sanat ve daha onlarca sahada herkes bir tedrisattan geçer ve sonunda kapitalizmin sınırlarında nöbet tutmaya başlar. Milli Eğitim’de Fulbright için itiraz kabul edilemez bir hatadır. Adamın hayatını kaydırırlar. Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda cesareti olan varsa çıksın İstanbul Sözleşmesi’ne muhalefet etsin bakalım. Kızılay’da çarmıha gerilir…
İşte Erdoğan adım adım bütün bu düzene isyan eden ve her adımında arkasında tarihi kazanım bırakarak yürüyen bir hareketin lideri. Bu isyanın bir ahlakı var. En önemlisi sadece halka bağlı ve halk tarafından yönetilen tam bağımsız bir ülke olmak… Emperyalizm için bu ahlakın dayanılmaz tarafı, Türkiye’yi ellerinden kaçırıyor olmaları değil, Türkiye’nin bağımsızlaştıktan sonra sömürü kulübüne girmeyi reddediyor olması. Türkiye başka ülkeleri peşinden sürüklüyor, ilham oluyor, cesaret veriyor. Napolyon sonrası dünyayı saran self determinasyon rüzgarı şiddetinde bir rüzgar başlattı Türkiye; başka ülkeleri de “Bağımsız olabilirsiniz” diye ikna etti. Bu teklifi söz diliyle yapmadı belki ama hal diliyle düşmanlarına bile hürriyetin şerefini gösterdi. Türkiye’nin bu çağdaki Kızılelma’sı “Sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerine hürriyet” kavgasının sancağı olmak olacaktır…