Türkiye, korkunç bir ihanete ve kanlı darbe girişimine maruz kaldıktan kısa süre sonra ülkemiz için övünç kaynağı olan iki büyük başarıya imza attı.
Türk Ordusu, Cerablus kentini IŞİD’in elinden kurtarmak isteyen Özgür Suriye Ordusu’na destek için Suriye topraklarına girdi.
Darbe girişimi nedeniyle onlarca subayını kaybeden ordumuz, gücünden hiçbir şey kaybetmediğini, aksine vücudundaki mikroplardan ve parazitlerden kurtularak daha sağlıklı bir hale geldiğini gösterdi.
Cuma günü de İstanbul’da boğazın üçüncü gerdanlığı Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün açılışı yapıldı.
Komplolara, ihanetlere, darbe girişimine, teröre ve Erdoğan’ın “Hepiniz birlikte gelin” diyerek meydan okuduğu farklı güç odaklarının saldırılarına rağmen Türkiye dimdik ayakta.
Halkın darbecilere karşı ortaya koyduğu efsanevi direniş, başarısız darbe girişiminin ardından iktidarıyla ve muhalefetiyle gösterdiği birlik ve bütünlük, Türk Ordusu’nun büyük bir travma geçirmesi beklenirken hiçbir şey olmamış gibi Kuzey Suriye’de oldukça başarılı bir operasyon gerçekleştirmesi, tüm engelleme çabalarına rağmen dev projelerinin planlandığı gibi arka arkaya bitirilmesi özellikle bölge halkları tarafından ilgiyle ve hayranlıkla izleniyor.
“Türkiye birkaç ay içinde iki büyük köprünün açılışını yaptı, biz ise basit bir projeyi dahi bitiremedik” türünden kıyaslamalar yapılıyor.
Türkiye; halkıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle demokrasi dersi veriyor.
Halkın özgür iradesini ve ülkenin egemenliğini gasp etme girişimlerine nasıl direnileceğini gösteriyor.
Bu deneyimi dost ve kardeş halklara, örneğin Mısırlılara da bir şekilde aktarmalıyız.
Geçenlerde Kudüslü misafirlerle birlikteydim.
Onlardan biri şöyle dedi:
“Darbe girişimi başlayınca Türkler ne yapacaklarını biliyorlardı. Biz ise henüz böyle anlarda nasıl davranacağımızı bilmiyoruz.”
Kudüslü eski esir Zekeriya Lütfi Necip, bir süredir İstanbul’da yaşıyor.
İşgal zindanlarında 22 yıl yatmış ve Gilad Şalit’e karşılık serbest bırakılan esirlerle birlikte özgürlüğüne kavuşmuş.
O gece insanların akın akın Atatürk Havalimanı’na gidişini gördüğünü ve çok etkilendiğini anlattı.
“Allah korusun, darbe girişimi başarılı olsaydı darbeciler beni büyük ihtimalle İsrail’e gönderirdi” dedi.
Görüştüğüm Kudüslülerden biri de Katar’dan gelen eski esir Isam Gadamani idi.
1994’te arkadaşlarıyla birlikte Şaron’un evine baskına giderken yolda işgal güçleriyle çatışmaya girmişler.
Başından yaralanmış.
Arkadaşları şehit olduğunu düşünüp işgal askerlerine yakalanmamak için onu orada bırakıp gitmişler.
Ağır yaralı olarak işgal güçlerince gözaltına alınmış.
Allah ömür vermiş, tedavi olmuş, 17 yıl işgal zindanlarında tutulduktan sonra o da esir takasıyla özgürlüğüne kavuşmuş.
O gün kendisini şehit oldu düşüncesiyle çatışma yerinde bırakan arkadaşlarının hepsi daha sonra El Aksa İntifadası’nda şehit olmuşlar.
O ise cezaevinden çıktıktan sonra evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş.
Çatışmada aldığı yaranın izi başında duruyor.
Dedesi Osmanlı Ordusu’yla savaşa çıkmış ve geri dönmemiş.
Şehit dedesinin mezarını bulmak istediğini söylüyor.
“Biz Osmanlıyız” diyor, Isam…
İşte bu bağlılık da Türkiye’nin sahip olduğu gücün asla küçümsenemeyecek bir parçasıdır.