Turizm mevsiminin yaklaşmasıyla birlikte İsrail, vatandaşlarından Türkiye’yi terk etmelerini, DAİŞ’in (Devlet Örgütü) hedef alma ihtimaline binaen Türkiye’ye seyahat etmemelerini talep etti. Bununla kalmadı, Amerika da Türkiye’deki askerlerinin ailelerine ülkeyi terk etme çağrısı yaptı. Bu çağrılar geliyorum diyen tehlikenin habercileri olarak kabul edilebilir.
Önümüzdeki üç ay, AB-Türkiye arasındaki Şengen anlaşmasının yürürlüğe girebilmesi için Türkiye açısından son derece önemlidir. Türkiye ekonomisi için büyük bir sıçrama yaptırabilecek bu gelişmeye birçok ülke olumsuz yaklaşmaktadır. Hattâ, Avrupa Birliği ülkelerinin içinde bile Türkiye’nin Şengen uygulamasından yararlanacak olmasından rahatsız olmaktadır. Zira Türkiye’nin ekonomik kalkınmasının süreklilik kazanması onları tedirgin etmektedir.
İsrail’in vatandaşlarına yaptığı çağrının PKK içindeki ajanlarından ve paydaşları sol örgütlerden aldıkları bilgiler doğrultusunda yapıldığı söylenebilir. Telaşa kapılan PKK’nın, özellikle Türk ordusuna karşı her türlü eylemi yapmayı göze almış olması, hattâ doğrudan sivil hedeflere de yönelmesi bu kanaatimizi doğrulamaktadır.
Terör örgütlerinin turistlere yönelik eylemleri Avrupa devletlerine de mesaj vermektedir. Bu yüzden eylemlerde özellikle Avrupa kökenli turistleri hedef seçmektedirler. Bu yeni strateji, Türkiye’ye çok yönlü baskılar kurmayı hedeflemektedir.
O halde bir kaç öneride bulunmamıza müsaade edin:
Güvenlik açısından: Kanaatimce Avrupa Birliği’nin İsrail’in gerçek hedeflerini kavraması birinci dereceden önem arz etmektedir. Keza, İsrail ile Amerika’nın Kürt kökenli terör örgütleri üzerindeki tehlikeli rolünün ve kontrolünün kendilerine kadar uzanan zararını Avrupa’nın artık kavraması gerekiyor. AB ülkelerinin şu hususu da çok iyi anlaması gerekiyor: Türkiye’de güvenlik sisteminin zayıflatılması terörün Avrupa’nın kalbine saplanması ile neticelenecektir.
Ekonomik açıdan: AB Şengen anlaşmasını sürüncemede bırakacak ya da bunu sadece Türkiye’nin seçkin bir kesimi için uygulayacak olursa, sözleşmeye yok muamelesi yapmak yanında Suriyelilere insani muameleyi de ihmal etmiş olacaktır. Zira bu anlaşmanın hedeflerinden biri de Suriyeli sığınmacıları kaçak göçün tehlikelerinden korumaktır. Nitekim Suriyelilerin en azından bir yıl daha Türkiye’de kalabilmeleri onlar için zorunludur.
2 milyon Suriyeli mülteciye pasaport ve kimlik verilmesini öneriyorum. Ancak onlara seçme-seçilme hakkı verilmesi gerekmez. Zira mültecilere bu hakkı vermek Türkiye’deki oy dağılımını önemli ölçüde etkileyebilecektir. Vatandaşlık verilen Suriyeli mültecilerin kendi ülkelerine yakın sınır bölgesinde iskân edilmeleri daha uygun olacaktır. Ziraat başta olmak üzere, Suriye’deki eski hayat tarzlarına uygun sektörlerde kendilerine proje destekleri verilerek kendi ayaklarının üzerinde durmaları sağlanmalıdır.
Türkiye vatandaşlığı alırsa binlerce Suriyeli çalışmak için birçok Arap ülkesine gidecektir. Oralarda kazanacaklarını Türkiye’de kalacak yakınlarına gönderecekleri için ülke ekonomisine katkı da yapmış olacaklardır.
Böylece, Türkiye’de ‘Suriyeli’ kimliğiyle bulanan bu insanların Suriye’ye döndüğünde de ‘Türkiyeli’ kimliği ile orada bulunacaklardır. Bu da çok önemli bir denge unsuru temin edecektir.
Kendilerine vatandaşlık ve belge verilmesi Suriyelilerin kamplardan çıkarak bütün güçleriyle toplumla bütünleşmelerine yol açacaktır. Böylece kendilerini daha güvenli hissedeceklerdir. Bu şekilde Suriyeliler arasından yeni iş adamlarının çıkması da teşvik edilmiş olacaktır. Nihayetinde Suriyeliler Türkiye hükümetinin yükünü azaltacak, kendileri hemşehrilerine infak yapmaya başlayabilecektir.
Son sözüm şudur: Vakit çok dar. Suriyeli mültecilerden etkin şekilde yararlanabilmek için en doğru yolu nasıl bulacağımızı iyi düşünmeliyiz. Onları kendi haline bırakırsak Avrupa’ya geçecekler. Bu da bizim kaybımız olacaktır. Bu sefer Avrupa onları iade edecek olursa onları DAİŞ’in kucağına itmiş olacağız. Suriye krizi uluslararası sistemin planlı bir üretimi olup çözüm için önümüzdeki birkaç yıla ihtiyaç duyulmaktadır.
Çeviri: Fethi Güngör