Türkiye nasıl neo-liberal oldu?

Abone Ol

1973 yılında petrol fiyatları 3’e katlandı. Üstüne bir de ülkemizde 1974 Barış Harekâtı patlak verdi. Dönemin kırılgan sosyo-politik ortamında devlet, ekonomik kriz yaşanmasını göze alamadı ve kamu yatırımlarını önemli ölçüde arttırdı.

1973’te milli gelirin yüzde 7’sine tekabül eden kamu yatırımları 1977’ye gelindiğinde tam yüzde 13’e çıktı. Öte yandan devlet, petrolü sübvanse ederek fiyat artışını iç piyasaya bir dereceye kadar yansıtmama yolunu seçti. Böylece Türkiye ekonomisi 1974-1977 yılları arasında kabaca yılda ortalama yüzde 7.7 büyüdü. 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan dolayı Türkiye’ye uygulanan örtük ekonomik ambargo ve dünya ekonomisinin genel durumu göz önünde bulundurulduğunda bu muazzam bir ekonomik genişlemeydi ve devlet eliyle gerçekleştirilmişti.

Peki devlet bu olumsuz atmosferde kamu harcamalarını çok kısa bir sürede nasıl inanılmaz ölçüde arttırabilmişti? Ve nasıl petrolü sübvanse edebilmişti? 1973’ten 1977’ye kadar gerçekleşen ekonomik büyüme, rezervleri tüketerek ve aşırı bir şekilde borçlanarak sağlanabildi. Özellikle 1975’ten 1977’ye kadar ciddi şekilde yurt dışından borçlanıldı. Öte yandan, 1973’te yüzde 2.2 cari fazla veren Türkiye 1977’ye gelindiğinde yüzde 6.9 cari açık verir hale geldi. Ayrıca, 1970’te yaklaşık 2 milyar dolar olan dış borç, 1977’ye gelindiğinde tam 10 milyar dolara çıktı.

Kamu harcamalarındaki ciddi artışı iki sene boyunca finanse eden yabancı bankalar, 1977’de Türkiye’ye yeni kredi vermeyi reddettiler ve festival sona erdi. Rezervlerini tüketen ve artık yurt dışından borçlanma imkânı kalmayan Türkiye kendini derin bir krizin içinde buldu. Ülkede inanılmaz bir döviz kıtlığı baş gösterdi. Hâlihazırda iki haneli rakamlara ulaşan enflasyon, köşeye sıkışan devletin para basarak kendi kendini finanse etmeye çalışması nedeniyle kelimenin tam anlamıyla çıldırdı. Derin bir ekonomik kriz patlak verdi.

Yaşanan döviz kıtlığı ve ekonomik kriz yüzünden, bu dönemde petrolde ve en temel tüketim ürünlerinde dahi ciddi düzeyde kıtlıklar yaşandı. Karaborsa yaygınlaştı. Margarin, tüp gaz ve benzin kuyrukları vak’a-i âdiyeden hale geldi. Dönemin unutulmaz filmlerinde de bu durum sıklıkla işlendi. Kemal Sunal’ın efsane filmlerinden 1979 tarihli Bekçiler Kralı’nda tüp kuyruğunda doğan ve Kemal Sunal’ın ismini Tüptürk değil, İsmail Hakkı koyduğu bebeği birçoğumuz hatırlar. Yine 1978 tarihli Petrol Kralları filminde Zeki Alasya ile Metin Akpınar’ın evin bahçesinde güpegündüz fışkıran benzini leğenlere doldurup satmalarını da unutmak mümkün değil.

Yaşanan bu muazzam ekonomik sıkıntılar, 1980’de 24 Ocak kararlarının alınmasında önemli bir paya sahip oldu. Ayrıca, darbeye giden yolun taşlarını da özenle döşedi. Her ne hikmetse tam da bu dönemde Washington konsensüsü çerçevesinde “neo-liberalizm” IMF eliyle, diğer birçok ülkeye olduğu gibi Türkiye’ye de “dayatıldı”. Ülkemizde “neo-liberal dönüşüm” 24 Ocak kararlarıyla birlikte böylece başlamış oldu. Dış ticaret plansız-programsız şekilde önemli ölçüde serbestleştirildi. Finansal sistem ise hiçbir altyapı oluşturulmadan tamamen serbest hale getirildi. Bütün bunların sonucunda da 1980’li ve 1990’lı yıllarda ekonomik krizler yaşadık. Her şey işte -biraz da- böyle başladı.