Gazze’de soykırım başladığında Türkiye’de İsrail tarafından finanse edilen bir kısım çevreler, İsrail’in zulmünü meşrulaştırmak için çeşitli söylemleri sistematik olarak devreye soktular.
Bunlar arasında “Araplar bize ihanet etti.”, “Araplar bunu hak ediyorlar.”, “Filistin’den bize ne!”, “Yaşananların sorumlusu durup dururken İsrail’e saldıran Filistinlilerdir.” gibi söylemler ön plana çıktı.
Ama Gazze’deki soykırımın boyutu inkâr edilemez bir şekilde açığa çıktıktan sonra, bu çevreler seslerini kesmek zorunda kaldılar.
Ta ki geçtiğimiz hafta kendini “güvenlik uzmanı” olarak tanıtan emekli bir üsteğmenin Gazze ilgili çıkışına kadar…
Güvenlik uzmanı nedir, nasıl olunur, bu titr nerden alınır, orasını fazla karıştırmayın; kıymeti kendinden menkul araştırmacı yazar gibi bir ünvan.
Bu ünvanın okulu, diploması, sınavı yok. Nereden aldın bu ünvanı diye soran da yok.
Sonuçta herkes kendini istediği gibi isimlendirme özgürlüğüne sahip tabii.
Helalühoş olsun.
Kamuoyunun dikkatini çeken, güvenlik uzmanımızın, İsrail’in Türk kamuoyunca satın alınmayan söylemlerini durup dururken canlı yayında ardı ardına sıralaması oldu.
Bu argümanların birçoğu ise hem birbiriyle hem de tarihî hakikatlerle açıkça çelişiyor.
Güvenlik uzmanımız özetle, Türkiye’nin Gazze’de “aktif bir tarafsızlık politikası” gütmesi gerektiğini söylüyor. Bunun için topraklarını savunan Filistinlileri kınamalıymışız, zaten Filistinlilerin bu direnişi yüzünden İsrail Gazze’yi yerle bir ediyormuş. Bu mantığa göre, sorunun temelinde Filistinlilerin direnişi var; ah şu Filistinliler direnmese her şey güllük gülistanlık olacak.
Yine güvenlik uzmanımıza göre dış politika, iç siyasi hesaplara göre belirlenemezmiş. Hâlbuki tüm demokratik sistemlerde hükûmetler dış politikayı belirlerken iç kamuoyunu da dikkate almak zorundadırlar. Davit Putnam, taa 1975 yılında bu durumu iki düzlemli oyun olarak nitelendirmiştir.
Hızını alamayan güvenlik uzmanımız sözlerini, Gazze’de adalet ve hakkaniyet üzerine bir dış politika belirlenmesi gerektiğini iddia ederek bitiriyor. Bu adalet ve hakkaniyeti de topraklarını savunan Filistinlileri kınayarak gerçekleştirecekmişiz. O zaman uluslararası toplum bizim tarafsız olduğumuza inanırmış ve ara bulucu olurmuşuz.
Yani uzmanımız bir taraftan realizme davet ederken diğer taraftan da idealizm çağrısında bulunmayı ihmal etmiyor. Ezogelin çorbası gibi yani, ne koyarsan koy.
Zira haddizatında kendisi de ne dediğini bilmiyor.
Hâlbuki soykırım suçunun açıktan işlendiği, savaşla ilgili tüm uluslararası hukukun ayaklar altına alındığı bir ortamda Türkiye’nin gücünün sınırlarına göre realist bir politika takip edeceksek bugün uyguladığımız politikadan başka bir şansımız yok.
Zira Gazze’de olan biten karşısında Türkiye’nin tarafsız kalması mümkün değil.