Ne acı bir körlüktür “kendine körlük” kendinde olana körlük.
Derin komplekslerin beslediği, kendine saygısını kaybetmiş zihinler için esaret, kendinden gelir.
Onun içindir ki herkesi de esir ve koyun zanneder.
O yüzden en büyük hürriyet zihinde başlar ya da biter diyoruz.
Mukayese kabiliyetini yitirmiş olanlara, dünyanın da “cennet” olmadığını anlatmak gerekiyor.
“Türkiye bir mühendisini, doktorunu kaybetti” diyerek “rüyalar ülkesi”ne gittiğini sananlara, gittiği yerde de acı şerbet içirileceğini gösterebilmek gerekiyor.
Bunu en iyi yaşayanlar bilir.
Kendini de kendisiyle götürdüğü müddetçe o umutsuz, mutsuz halinin kendisini takip edeceği gerçeğinden bile habersiz kafalar var ortada.
Küresel sorunlar için yerel çözümler beklediğini, toplumsal meselelerin sebebini kişide aradığını bile fark edemeyecek bir idrak yoksunluğu bu.
Pandeminin ve Rusya Ukrayna Savaşının tesirlerini, geniş bakamayan herkes, kendini etkilediği kadar görebilir.
Bir ülkede göçmen olmanın -statüsü ne oluşa olsun- ne demek olduğunu da kaçıran bu aciz kafalar, yaşadığı hürriyete bile yabancı ne yazık ki.
Bu acınası kafalara, göçmen olmanın ne demek olduğunu Edward Said’den okutmalı, “Yeryüzünün lanetlileri” olarak görüleceklerini de Frantz Fanon ya da Jean-Paul Sartre anlatmalı belki.
Gittikleri yerde görecekleri muameleye şaşırmamaları için buna ihtiyaçları olacak çünkü.
Neticede oradakilerin ekmeklerine ortak olmak için gittiği açık birini, baş tacı etmeleri beklenemez; hele de Batı değerleri açık iken.
Eğer Batı’da her şey yolundaysa ve demokrasinin beşiği ise o vakit Edward Carpenter’a “Batı uygarlığının krizi” kitabını yazdıran gerçekler neydi?
Türkiye’yi anlatmadığına ve bir hayal de görmediğine göre anlattığı Batı, o kadar da heveslenilecek bir yer değil zira yüksek beklentili “özgürlük turistleri” için.
Devlet üzerine çalışmalarıyla mahir Carl Schmitt de: “Parlamenter demokrasinin krizi” kitabını Türkiye için yazmadı neticede.
Ya da Byung-Chul Han: “Yorgunluk toplumu” çalışmasına, Türkleri konu edinmedi.
Sigmund Freud’un kastettiği, “Uygarlığın Huzursuzluğu” da bizim uygarlığımızla ilgili değildi mesela.
Zygmunt Bauman’ın bütün değerleri darmadağın olmuş, tutunacak dalları kalmamışlar için ürettiği “sıvı modern” ve daha nice kavramı da sadece bizdeki değer yitimlerine işaret etmiyor.
Julien Benda’ın, “Aydınların ihaneti” kitabında kastettiği aydınlar da bizden değildi; bizde de olmadığı anlamına gelmese de.
Öyle ya, kendi gibi düşünen seçmenleri ayartan, aldatan muhalif “aydın”ları, gazetecileri, anketçileri nasıl görmeyelim.
Dünyadan bihaber kafalara, gerçek dünyanın ne olduğunu anlatacak daha nice önemli çalışma tavsiye edebilirim.
Zira yazının hacmini zorlamamak için eser miktarda kalmayı tercih ediyorum.
Misakını, misdakını yitirmiş, adeta kinini dini yapmış, kendine kör zihinleri tekrar kazanmak da önemlidir her şeye rağmen.
Her ne kadar umutsuz vakıa gibi görülseler de çoğunu -en azından menfaatine dokunarak- ikna etmek mümkündür.
Zira fikirlere kapalı, idrak derinliği hasar almışlar için geriye kalan en önemli şeydir menfaati…