Uluslararası sistem çok kutuplu bir düzene doğru gidiyor. Birçok uzman ve devlet adamı bu konuda hemfikir. Amerika’nın hegemonyasına sessizce meydan okuyan Çin gibi güçlerin yükselişi, dünya ticaretinde yaşanan kaymalar gibi pek çok gelişme buna işaret ediyor.
Soğuk Savaş’ın rijit çift kutuplu yapısıyla ya da Soğuk Savaş sonrası dönemde Amerikan hegemonyasına dayalı tek kutuplu sistemin istikrarlı yapısıyla karşılaştırıldığında bu çok kutuplu yeni cesur dünya birçok bilinmezi, karmaşık güç dengelerini, askerî çatışmaları ve sürprizleri bünyesinde barındırıyor.
Türkiye de bu yeni kurulan dünyada yerini almak üzere ciddi bir hazırlık içerisinde.
Türkiye’de karar alıcıların, Avrupa’daki müttefiklerimizden çok daha önce dünyanın bu gidişatının farkına vardıklarını söyleyebiliriz.
Özellikle 2010 sonrası dönemde başlayan Suriye krizi gibi gelişmelerde Amerika Birleşik Devletleri‘nin çekimser bir tavır takınması ve geri planda durmasının, Türkiye’de karar alıcıların bu durumu çok daha erken fark etmesine neden olduğunu söyleyebiliriz.
Güvenlik ve dış politika konularında stratejik otonomi ve bağımsızlık arayışının 2010 sonrası dönemde Türk dış politikasının merkezine oturmasının temel nedeni bu.
Kaderin bir cilvesi, Avrupalı müttefiklerimiz incir çekirdeğini doldurmayan meseleleri tartışıyorken Suriye, Libya, Irak ve Doğu Akdeniz krizi gibi gelişmeler Türkiye’yi hem zihinsel olarak hem de maddi kapasite olarak bu yeni döneme hazırlanmaya mecbur etti.
Bunun en somut göstergesi, cepheden cepheye koşan Türk ordusunun harbe hazırlık ve operasyon yapma kapasitesinin bugün NATO orduları arasında ABD ile kıyaslanabilecek bir seviyede oluşudur.
Türkiye’nin Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde güçlü bir siyasi istikrara sahip olması, karar alıcıların bu yeni döneme hızlıca adapte olmalarını sağlayan en önemli faktördür.
Soğuk Savaş’ın sona erdiği döneme hazırlıksız yakalanan ve uzun yıllar Soğuk Savaş mantalitesinden kurtulamayan Türkiye’nin tek kutuplu düzenden çok
kutuplu bir düzene evrilen bu yeni dünyaya ise çok hızlı bir şekilde adapte olduğunu görüyoruz.
Türkiye, Suriye krizinden itibaren Amerika Birleşik Devletleri‘nin Soğuk Savaş sonrası dönemde oynadığı dünya jandarması rolünü artık oynamayacağını ve kendi göbeğini kendisinin kesmesi gerektiğinin farkına vardı.
Bundan dolayı Recep Tayyip Erdoğan yerli ve millî bir savunma sanayisinin kurulmasını Türkiye’nin öncelikli meselesi olarak gördü. Önümüzdeki 10 yıl içerisinde Türkiye’nin bu alanda tamamen bağımsızlaşacağına hep beraber şahit olacağız.
2050’li yılları görecek olanlar, 2010 ve 2020 yılları arasına baktıkları zaman Türkiye’nin ne kadar kritik bir dönemden geçtiğini anlayacaklar.
Türkiye yeni döneme hazırlanmak için içeride FETÖ ve PKK terör örgütlerini tasfiye edip iç konsolidasyonunu sağlarken dışarıda da Suriye, Irak, Libya, Somali ve Karabağ’da ön savunma cephelerini kurmaya başladı.
Son günlerde Irak’la yapılan anlaşmaları ve PKK’ya yönelik yapılacak olan büyük operasyonu işte bu çerçevede okumak lazım.
Türkiye önümüzdeki 10 yılda hem Suriye hem de Irak’ta PKK meselesini tamamen bitirecek adımların altyapısını hazırlamaya başladı.
Bunun da ötesinde Irak istikametinden oluşturulacak yeni güzergâh üzerinden alternatif bir ticaret yolu hazırlanıyor.
İsrail-Gazze Savaşı sürecinde Kızıldeniz ve Süveyş Kanalı ticaretinin tehlikeye düşmesini hatırlayacak olursanız bu adımın ne kadar önemli olduğunu anlamış olursunuz.