Türkçe yeterince korunabiliyor mu?

Abone Ol

Dile sahip çıkmak ve devamını temin etmek devlet himayesinde yürütülmesi gereken ciddi bir meseledir. Aynen stratejik yatırımların devlet eliyle ve inisiyatif alınarak başlatılması ve geliştirilmesi zarureti gibi.

Rusya, Rus dilinin sevdirilmesi ve yaygınlaşması için Devlet radyo televizyonlarından, basına ve milli eğitime kadar her noktada Rus dilini ön plana çıkarır, halkına Rusça’nın gücünü hissettirir ve o dili sevdirmeye çalışır. Çünkü Rusya gibi çok etnikli bir federasyonda kültür birliğini sağlamanın en emin ve kolay yolu bunu Rus dili üzerinden yapmaktır. Rus devleti bu yolla Rus kültürü üzerinden bütün Federasyonda ortak kavram ve terimlerle düşünebilmeyi ve ortak bir düşünce ve anlayış tarzı geliştirmeyi sağlamış oluyor. Rusya’nın bu yönde izlediği politikaları sayesinde mesela Rus klasiklerinden haberdar olmayan değil bir Rus genci Rusya’da yaşayan herhangi bir etnisite mensubu dahi düşünülemez.

Çin Devleti Mao devriminden sonra farklı lehçelerin yerine standart Çincenin yerleşmesi için bütün imkânlarını seferber etti. Çincenin bir kısmı birbiriyle anlaşamayan onlarca lehçesinin yerine ortak dil olarak resmi dil olan Çinceyi yerleştirmeyi Rusya’nınkinden farklı olmayan usullerle yerleştirmeyi başardı. Hatta farklı dillerin konuşulduğu Uygur ve Tibet bölgelerinde Çin’in sert eğitim politikaları aracılığıyla Çince bugün artık hâkim dile döndü. Çin dili ve edebiyatının sevdirilmesi, gücünün ispatlanması için hazırlanan medya araçları yabana atılacak gibi değil.

1986 yılında Ağrı’nın Tutak ilçesinde iki ay süreyle kalmıştım. TRT’nin o zamanlar yeni kurulmuş olan ikinci kanalı karıncalı bir görüntüyle izlenebiliyor; Radyo programları ise ancak parazitli sesler arasında dinlenebiliyordu. Hâlbuki aynı zamanda Ermenistan, Suriye, Irak ve Sovyet Azerbaycan’ının çoğu propaganda ve yönlendirme amaçlı Türkçe, Azerbaycan Türkçesi ve Kürtçe yayınlarına rahatlıkla ulaşılabiliyordu. Biz ise Türkçe gibi bir ucu Çinin içlerinde diğer ucu Balkanlarda olan ve lehçe ve şiveleriyle birlikte yaklaşık 200 milyonun konuştuğu büyük bir dili, ne Sovyetler ne Çin ne de İran’ın kendi dillerin sevdirdikleri gibi sevdiremiyor ve yayamıyorduk. Hâlâ bu konuda ciddi problemlerimiz var.

Bugün TRT televizyon ve radyolarının geniş bir coğrafyadaki erişimi önemli bir işlev görüyor. Diğer yandan Türk dizileri bir kısmı bizleri temsil etmekten çok uzak olsalar da kültürel açıdan dilin yaygınlaşmasında önemli bir rol üstleniyorlar. Fakat atılması gereken pek çok adım ve yürünmesi gereken uzun bir yol önümüzde duruyor. Çizgi filmlerden, dizilere, tarihi ve folklorik, kültürel özellikleri taşıyan belgesel ve dizilerin Bakanlıkların himayesinde ve sıkı bir denetimden geçerek üretilmesi gerekiyor.

Gecikmiş ve ihmal edilen bir sektör olarak Türkçe çizgi filmler üzerinden Türkçe’nin doğru şekilde öğrenilmesi ve yurtdışındaki çocuklara iletilmesindeki güce bizzat şahit oldum. Sadece “Pepe” çizgi filmi bile başlangıç olarak çocuklara Türkçeyi sevdirip öğretmeye yetiyor. Benzerlerinin ve daha iyilerinin kesintisiz olarak üretilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Dükkan ve mağaza tabelalarının yabancı dillerde olması hepimizi rahatsız etse de aslında altında derin bir kompleks yatıyor. Türk firması ve ürünü olmaktan gurur duyulmadıkça korkarım ki, markaları, firma adlarını ve tabelaları diğer dillerde görmeye devam edeceğiz Bu rahatsız edici görünüm, Türk firmalarının başarılı markalara dönüşmesiyle veya sadece dil şuurunun gelişmesiyle yenilebilir ve bu konu devlet destek ve imkânlarıyla ciddi gayret ve zaman gerektirir. Yurtdışında Türkçenin sevdirilmesi konusunda Yunus Emre Enstitüleri’nin az kaynak ve personelle neleri başardıkları ortada. Bu fedakâr başarının bir kısmına Bosna Hersek’teki görevim sırasında bizzat şahit oldum. Bir avuç insan, Türkçe’yi Türkiye dışında bir yerde bir anda on bine yakın insanın öğrenmek için çalıştığı, yarıştığı bir seviyeye çıkarabilmişti.

Bir diğer konu ise filmlerdeki dublaj ve çeviri problemleri. Bu konuda da profesyonel ve son derece başarılı çeviriler yanında başarısız ve düşük çeviri metinleri ortaya çıkıyor. Amerikan İngilizcesinden bozma bir sokak dili çevirisiyle Türkçe mantığını uymayan ve kullanımı olmayan yakıştırma ifadeler sadece başarısız olmakla kalmayıp Türkçe’yi de mahvediyor. Düne kadar günlük Türkçe’ye yabancı ifade ses ve ünlemler artık Türkçe’sinin bir parçası neredeyse. “Hey dostum, senin sorunun ne biliyor musun?”, “İşin bitti lanet olası” kalıbında çeviri cümleleri artık neredeyse kimseye yadırgatıcı gelmiyor. Çünkü dilin mantığını da İngilizceye evirmeye başlayarak günlük dili bozuyoruz.

Bu anlamda şimdilerde gençler arasında alay konusu olan eski Yeşilçam filmlerinin repliklerinin Türkçe’nin daha doğru kullanımını ve kelime hazinesi bakımından, yitirdiğimiz dil varlığını içerdiğini söyleyebiliriz.

Özellikle, hukuk, edebiyat, tarih, felsefe gibi sosyal bilimler alanında dilin bütün kazanımlarıyla birlikte dilin bir kültür varlığı olarak ve üst seviye bir ortak iletişim aracı olarak gelişerek devamı bakımından önemlidir. Başta bu sahalar olmak üzere dilin bütün geçmiş mirasıyla birlikte korunması devlet ciddiyetiyle gündemde tutulmalıdır.