2002 AK Parti iktidarı öncesinde Türk siyasetinin çağdaş yüzünü Atatürk ilke ve inkılaplarının yanında o ilkelerin önümüze koyduğunu düşündüğümüz muasır medeniyetler seviyesine ulaşma arzularını taşıyan düşünceler süslüyordu. Şu an için aynı durum tam anlamıyla söz konusu olmasa da aynı düşüncenin etkisinin devam ettiğini söyleyebiliriz.
Bu düşünce siyaseten neden zayıfladı sorusunun cevabını artık günümüzde daha net bir şekilde görebiliyoruz. AB kriterleri adı altında uyum yasalarını ivedilikle çıkartan ve Türkiye’nin AB’ye üyelikle neticelenmesini arzulayan siyasi bir iradenin karşısına her seferinde engel çıkartan bir birliğin kendi aralarına almama çabası artık herkesin malumu. Özellikle Türkiye’nin terörle mücadele konseptine yapılan vurgu AB’nin asıl derdinin ne olduğunu gözler önüne sermiştir desek yanlış olmaz.
AK parti iktidarından önce muasır medeniyetler seviyesine ulaşma isteği siyasilerin dilinden düşmeyen bir ideal olsa da 2002’den sonra bu ideal için yapılan çabaların önceki yıllara göre daha fazla olması, AB ülkelerinin ülkemize karşı bakış açısını net olarak görmemize sebep oldu.
ABD’nin öncülüğünü yaptığı Batı ülkeleri ve medeniyetleri şu an itibariyle Türkiye’nin ulaşmak istediği muasır medeniyetler seviyesinde yer alan ülkeler midir? Tartışılır.
Bu ülkelerin sahip olduğu bilim ve teknoloji elbette takibe değerdir ve ülkemizin menfaati gereği bu ülkelerin bilim ve teknoloji açısından takip edilmesi, yakalanması ve hatta geçilmesi üzerinde çalışılmalıdır. Onların seviyesine ulaşıp o seviyede kalmak için değil.
Batı medeniyetlerinin özgürlük ve demokrasi açısından ülkemizden ilerde olduklarını ifade eden siyasetçilerimizin görüşleri içinden geçtiğimiz şu zaman diliminde değişmiş midir bilmiyorum ama tarihten beri Batı medeniyetinin ve kültürünün Anadolu ve Mezopotamya kültürlerinden ileri olduğuna rastlanılmamıştır.
Şu an açık bir şekilde ABD ve AB ülkelerinin ülkemize karşı takınmış oldukları tavırların dostça olmamasının temel sebebi kendi seviyelerinde gelişmiş bir Türkiye görmeyi istemediklerinden kaynaklandığı artık aşikârdır. Bu durumda siyasilere düşen Batı medeniyetleri ile iyi geçinip alttan alan bir yaklaşımdan ziyade gerçek çağdaş medeniyetin yerli ve milli olan değerlerde bulabileceklerini fark etmeleri olacaktır.
Tabii ki bu bakış açısı Batı medeniyetleri ile de sürekli çatışma yaşayalım veya onları reddedelim anlamında olmadığı gibi ilişkilerimizi askıda tutalım manasına da gelmiyor. Sadece her ülkenin kendi menfaatlerinin ön planda olduğu bir dünyada (İngiltere bile AB’den ayrılırken) kendimizi geliştirme adına rotanın dış dünyadan çok içeriye dönük olması gerekliliğini vurguluyor…