Türk-Rus İlişkileri Ve Mülteciler Problemine Doğru Yaklaşım (III)

Abone Ol

Bu dost kitle sıkıntıya düştüğünde, akıllarına gelen ilk adres, İran veya Suudi Arabistan değil, tarih boyunca olduğu gibi bugün de her tür yakınlık dolayısıyla Türkiye olmaktadır.

Akla gelen ilk grup Çeçen Savaşı sonrasında ülkemize gelen mültecilerdir. Onların ilk grup olması dolayısıyla mülteciler genellikle “Çeçen mülteci” olarak akıllarda kaldı. Daha sonra, gerginliğin halen devam ettiği Dağıstan’dan gelen muhacirler de Türkiye’ye geliyorlar.     

Etnik kimlik olarak bu insanların Uygur, Özbek, Tacik, Tatar, Adıge, Çeçen, Dağıstanlı, Karaçay, Balkar, Nogay, Terekeme, Abhaz, Oset, Gürcü kökenli olması fark etmiyor.  Hatta sonradan ihtida etmiş olan bazı Rus ve Ermenilerin de Türkiye’yi dost bir ülke ve sığınak olarak görerek aileleriyle birlikte sığındıkları vakidir. Bu dost ve güvenilir ülke algısı ve imajı, yüzyılların birikimiyle oluşmuştur ve her ülkenin kolaylıkla kazanabileceği bir özellik değildir.

Yalnızca Vehhabi eğilimlilerin öncelikli iltica adresleri geçmişte Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır iken artık onlar da Türkiye’ye sığınmaya çalışmaktadır. Ancak Türkiye bu tür kapalı gruplar konusunda ihtiyatlıdır ve yeterli birikime sahiptir.

On binlerce insan, ülkelerindeki bahsettiğimiz zorlu politik ortamların doğal sonucu olarak hem Rusya Federasyonundan hem de Orta Asya Cumhuriyetleri’nden kendilerinin ve ailelerinin can güvenliklerini korumak, geleceklerini kurtarmak veya inançlarına uygun şekilde yaşamak ya da sadece iş kurmak maksadıyla aileleriyle birlikte Türkiye’ye sığınmıştır.

Bu anlamda, Rusya-Türkiye veya Türkiye’nin herhangi diğer bir devletle yakınlaşmasının faturası kesinlikle göçmen ve mültecilere kesilmemelidir. Türkiye birkaç olay dışında iade için gereken şartları bugüne kadar aradı ve aramaya da mutlaka devam etmeli. Hâlbuki son sıralarda Türkiye’ye sığınmış insanların kolaylıkla diğer ülkelere iade edildiğini görmek konuyla ilgilenen herkesi gerçekten üzüyor. Çünkü politik olarak zayıf olanlar dışında hiçbir ülke kendisine iltica edenleri hemen bir çırpıda iade etmiyor.

Türkiye, bu kişilerin hepsini aynı kefeye koyarak değerlendirmemelidir. Bu isimlerin içinde şairler, yazarlar, gazeteciler, kanaat önderleri ve işadamları da vardır. Onların dışındaki mülteciler için gerekli araştırmalardan sonra, terör eğilimliler bir gün bile ülkede tutulmamalıdır.

İade içinse diğer ülkelerin Türkiye’den beklediği şartlar aynen aranmalı; suça karıştığını net olarak ispatlayan ülkeden “gerçek deliller” istenmelidir. Terör ile ilişkisi ispatlanmayan hiç kimsenin aceleyle iadesine karar verilmemelidir.

Diğer devletten alınan güvencelerin sıkı takibi yapılmalıdır. İade, mülteci ve ailesinin can emniyeti, işkence görmeyeceği, onur kırıcı muameleye maruz kalmayacağı ve adil yargılanma hakkı verileceği garantisiyle düşünülmelidir. Aksi halde yeni “Zeynuddin Askarov” trajedileri yaşanabilir.

Türkiye, göçmen ve mültecilere ev sahipliğinde cömert ve başarılı; mültecilerin haklarını kullandırma konusunda ise çekingen davranmaktadır. Bazen herhangi bir ülke vatandaşı vatandaşlık hakkını beş yılda kazanabilirken Çeçen, Karaçaylı, Tatar veya Dağıstanlılardan 20 yıldır Türkiye’de kalan ve vatandaşlık hakkı verilmeyen, hatta çocukları okul bitirmesine rağmen diploma verilmeyen, sosyal güvenlikleri olmadığından sağlık hizmetleri alamayan insanlar hepimizin çevresinde yaşıyor.

Mülteci haklarını düzenleyen uluslararası sözleşmeler iadenin de kurallarını ortaya koyar. Aksi halde, iddialarını ispatlamadan, sesi gür çıkan her devlete size sığınmış olan insanları iade etmek zorunda kalırsınız. Göçmen ve mültecilerin asgari haklarını düzenleyen uluslararası anlaşmalara bütün ülkeler saygı göstermek zorundadır. Artık bağımsız bir hukuk dalına dönüşen Göçmen ve Mülteci Hukuku, bu insanların hukuken korunan haklarını düzenler. Bunları kısaca hatırlayacak olursak:

Mülteciler, sığındıkları ülkenin hukukuna uymak kaydıyla mültecilikten kaynaklanan haklarını kullanabilirler.  Güvenli iltica hakkı, ülkedeki diğer yabancılara sağlananlarla eşit haklara sahip olma, sağlık hizmetlerinden asgari ölçüde de olsa yararlanma hakkı, sınırlı da olsa çalışma hakkı, çocukların eğitim hakkı gibi temel seviyedeki hakların tanınması uluslararası yükümlülükler arasındadır. Mültecinin, hukuki yardım, rehabilitasyon, psikolojik destek ve rehberlik alma gibi haklarına imkanlar nispetinde karşılık verilmelidir.  Ayrıca temel ihtiyaçlarına erişim, dolaşım hürriyeti ve fikir hürriyeti gibi hakları kabul da edilmelidir.

Bu yükün öncelikle sığınılan ülke, sonrada Birleşmiş Milletler fonlarınca karşılanması gerekir. BM, mültecilerin gelir getirici faaliyetler veya yetenek geliştirici eğitim projeleri konularında kendilerini geliştirmelerine ve hatta meslek edinmelerine de rehberlik etmelidir; kendisini ve ailesini geçindirme imkânı bulan mültecilere ise çalışma fırsatı verilmelidir.

Türkiye kendi hinterlandındaki halklara tarih boyunca tereddütsüz kucak açarken bugün teröre bulaşanları mağdur ülkeler ile işbirliği halinde tespit etme hakkına ve teröristi iade hakkına sahiptir. İddialar ispatlanmadıkça, etnik kimlikler üzerinden (etnonim), topyekûn terörist ilan edecek bir basın algısına izin vermemeli; iadeyi sıkı bir hukuki ve istihbarî denetime dayandırmalıdır.

 Türkiye’nin yüzlerce yılda kazanılan imaj ve algısını bir çırpıda yok edecek aksi uygulamalardan uzak durulmalıdır.