Çin, Tacikistan ve Özbekistan hükümetlerinin dindar, muhafazakâr, milliyetçi olarak sınıflandırdığı herkese karşı işlediği insan hakları ihlallerini “Dünya Bülteni”nde ayrı analizlerle incelemiştim. Bugün yaşanan mülteci krizi ise Rusya Federasyonunun Türkiye’ye sığınan birçok ismin iadesini talep ediyor olmasından kaynaklanıyor.
İşte tam da bu noktada, Rusya’da son 20 yılda yükselen ırkçılığın devlet otoriteleri tarafından baskı altına alınmadığı gibi, tam aksine bazı bölgelerde nashi (“bizimkiler”) ve ırkçı grupların yaptıkları saldırılara ve silah taşımalarına bile göz yumulduğunu hatırlatmak gerekir. Kuzey Kafkasya’nın kuzeyinde kalan Stavrapol ve Krasnador eyaletleri ile Moskova bunun tipik örneklerindendir.
Rusya’da olağanın dışında herhangi bir fikre veya görünüme sahip olmanın geçtiğimiz 20 yıl içerisinde tehlikeli olmaya başladığını ifade etmek gerekir. Moskova’da çoğunluğunu Kafkasyalı, Özbek ve Taciklerin oluşturduğu yüzlerce insan, sadece görünümleri Slav olmadığı için, yani esmer veya kumral saç ve tenleri dolayısıyla metro istasyonlarında, sokak aralarında, ücra köşelerde Rus ırkçıları tarafından dövüldü, linç edildi ve öldürüldüler. Bu olayların çoğu, polisin takipsizliği dolayısıyla sonuçlanamadan kapandı. Halbuki Rus devleti multikulturalizm (çok kültürlülük) esasını geçmişinde başarıyla uygulayan nadir devletlerden biridir.
Aslında Rus entelektüellerinin de ifade ettiği gibi, Rusya’da ırkçılığın, yabancı düşmanlığının (xenepobia) ortadan kaldırılması ve diğer insanlara kendi kültürlerine göre insanca yaşama ortamı sağlanılması, hem Rusya’nın bütünlüğü ve barışı hem de insan haklarının teslimi bakımından önemlidir. Bu konuda Rusya’da farklı sempozyumlarda üç defa bildiri sunmuş ve yayınlamış olan birisi olarak Rusya’nın tarihi ve kültürel birikiminin son derece zengin olduğunu söylemek gerekir. Ancak aşırı derecedeki güvenlik kaygısı ve savunma refleksleri dolayısıyla Rusya Federasyon’unun bugün Müslüman ve Türki bölgelerde insan hakları konusunda Sovyetler döneminin bile gerisine düştüğünü söylemek gerekir.
Geçtiğimiz aylarda Rusya Federasyonu’nda okullarda başörtüsü yasağının başlatılması, bu tercihler ve olaylar silsilesinin bir devamıdır. İnsanlar özellikle Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya ile Kabardey-Balkar ve Karaçay-Çerkes bölgelerinde bu yasağa karşı ciddi şekilde rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Geçen hafta Çeçenistan Parlamentosu, bu yasağı kaldırma kararı aldı. Sadece Tataristan’da değil, Rusya’nın her tarafına dağılmış olan 9 milyon Tatar ve Başkırt da bu karardan rahatsızlıklarını açıkça dile getiriyorlar. Çünkü Sovyet döneminde insanların geleneksel kıyafetleri olan başörtüsüne hiçbir bir yasal sınırlama getirilmemişti ve memurlar dini inançlarına ve milli kültürlerine göre giyinebiliyorlardı.
Bunun yanında, okullarda ‘Rus çocuk’ ve ‘Rus olmayan çocuk’ ifadeleri, aşağılama ve baskı kurma amacıyla öğretmenler tarafından açıkça kullanılabiliyor. Bu bölgelerden gelen insanların iş bulmada yaşadıkları sıkıntılar bunun cabası. Kuşkusuz, Rusya’nın güney bölgelerinde eğitim imkânları ve iyi yetişmiş kitle kuzey bölgelerine göre daha düşük. Ticaret, spor ve sanat alanlarında yükselenlerin herkesten çok daha fazla çalışması gerekiyor.
Hiç şüphesiz, karşılıklılık esasına uygun olmak kaydıyla terör faaliyetleri konusunda ülkelerarası işbirliği yapılmalıdır. Ancak, terör ve ekstremizm (aşırıcılık) tanımları ve bunların içeriği konusunda somut örnekler üzerinde mutabakat sağlanılmalıdır. Aksi halde, Rusya’nın bugün başta Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri’nde ve nadiren Tatarlar üzerinde “terör” tanımını keyfi yorumlayarak gazeteciler, entelektüeller, işadamları ve gençler üzerinde uygulanan kasıtlı ve baskıcı politikasına alet olunmuş olur.
Özellikle saatler süren “saat başı paralı operasyonlar” ve “sokakta infaz” suretiyle Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerinde yüzlerce cinayet işlenmiştir. Mahkeme kararına göre yapılmayan bu infazlar, uluslararası hukuka göre yasadışıdır. Terörle bağlantısı tespit edilen ve ispatlanan kişiler Rus ceza kanunlarına göre bağımsız mahkemeler önünde yargılanarak cezalandırılmalıdır. Delilsiz infazlar, maalesef Rusya müslümanlarının aileleriyle birlikte maruz kaldıkları zulmün sıradan bir parçasıdır. Geride kalan ailelere ve yetimlere herhangi bir şekilde yardım etmek de suç olarak algılanmaktadır. Hâlbuki sert politikalar izleyen yönetimin aksine, Rus halkı, hayırsever ve iyiniyetli bir halktır.
Rusya Federasyonundaki bu insanların, menfaatlerinin korunmasını ve uluslararası İnsan Hakları sözleşmelerine uygun hayat standartlarının korunmasını talep hakları vardır. Terör ve şiddete bulaşmamış insanların yaşama, yerleşme, mülk edinme, ticaret ve girişim hakları, ifade ve din özgürlükleri, herkesten önce öncelikle Rus hükumeti tarafından koruma altına alınmalıdır. Yurtdışında öğrenim görmek isteyenler, pasaport ve adli sicillerini alırken aylar süren bürokrasiye muhatap kalmaktadırlar. Kasıtlı ve yanlış politikalarla, yerli halklar kendi ülkelerinde tedirgin edilmemeli, huzurlu ve rahatça yaşamalarına fırsat verilmelidir.
Kuşkusuz, terörle mücadele haklı bir sebeptir. Her devletin kendisini koruma hakkı vardır ve zararlı unsurlarla mücadele eder. Ancak bu mücadelenin sadece hukuki sınırlar içerisinde kalması gerektiği hatırlanmalı ve hatırlatılmalıdır. İnsanların, yerel çekişmeler dolayısıyla birbirlerini rahatlıkla ekstremist (aşırıcı), terörist, Vehhabi, Selefi, Turancı veya Pantürkist ithamlarıyla ihbar ettiği de göz ardı edilmemelidir.
(Devam edeceğiz…)