Cânım kâri, insanın içindeki en hastalıklı düşüncelerden biri ırkçılıktır bence. Yani aslında bu bir düşünce midir yoksa dışa vurmuş bir hastalık hali mi inan ki bilmiyorum. Ama herkesin içinde var olduğuna da inanmıyorum bu hastalıklı duygunun. Belki de bir duygu bile değildir. Gerçek manada bir ruhi problem bir hastalıktır belki de. Yoksa insan kendi doğduğu yerde doğmadı, kendine benzemiyor, rengi başka, dili başka, derdi başka diye bir insanı neden yok saysın ya da yok etsin ki. Zira üstün olan ya da üstün olmak diye bir şey yok. Peki ama bu hastalık neden ve nasıl bu denli hızlı ve bulaşıcı bir salgın gibi yayılıp da duruyor.
İnsan vatanını, milletini ve milliyetini elbette sevecek ve sevmeli. Hatta sevmeyenin imanından bile şüphe edilmeli. Lakin bu sevgi diğer milletleri ya da milliyetleri tahkir etmeye, aşağı görmeye ne hak ne de böyle bir vazife verir. “Vatan sevgisi imandandır” diyor Hz. Peygamber. Elbette öyle. Vatanını sevmeyen ona ihanet edenin imanından da, insanlığından da, haysiyetinden de onurundan da şüphe etmek değil bunların hiç birinin olmadığına emin olmak gerekir. Ve bir de çok sevdiğim bir söz var, Ebubekir Kurban abimiz “Türkiye sevgisi imandandır” diyor. Ne hoş…
…
Şimdi kâri, bütün yazıyı okurken yukarıda bahsettiklerimi gözardı etmeden oku diye söyledim. Zira ne bir milleti aşağılamaya ne de kendi milletimi ya da milliyetimi savunmaya, yüceltmeye çalışıyorum. Zira bunun anlamsız ve ahlaksız olduğunu biliyorum ben. Ama kimsenin de Türkü tahkir etme hadsizliğine ve ahmaklığına düşmesine müsaade etmiyorum.
Peki ama kimdir bu Türk ya da kime Türk denir? Bence mühim bir soru. Zira asırlarca Frenk lisanlarının lügatlerinde Türk kelimesinin karşılığı Müslümandı. Biri Müslüman olduğu zaman “Türk oldu” derlerdi. Müslüman olana kadar da olduktan sonra da mertliğiyle anılmış ve İslam entarisini üzerine giyip de onu kendine değil kendini ona uydurmuştu. Asırlarca haçlı katillerine, Moğol barbarlarına, içerdeki hainlere ve dışarıdaki düşmanlara karşı bütün bir âlem-i İslam’ı koruyan, korumak için canını veren, hangi millettendir ve hangi dindendir diye bile düşünmeden halkını zalimlere karşı savunan adamdır Türk. Dünyaya zulmü ve barbarlığı yaymaya çalışanların karşısında bazen yalın kılıç çıkacak kadar mert, düşman bildiklerinin çocuklarını kollayacak kadar adamdır Türk.
Yani Türk yalnızca bir milletin adı değildir. Daha fazlası, çok daha fazlasıdır. Onun için halen dahi zulme uğramış insanlar bizi beklerler, çocuklarına isim verirken umut olsun diye Türkiye ismini verirler, kaçıp da bize sığınır, bizi kuzey yıldızı diye görürler. Ve eski lügatlerde yazıldığı gibidir aslında yine. Türk demek, umut demektir. Hamasi cümleler değil bunlar. Gerçek. Ve asla ırkçılık değil. Ne dediğimi bilerek söylüyorum: Kürt olan, Rum olan, Arnavut olan, Laz olan, Arap olan Türkler de vardı ve yine var.
…
Tufan Gündüz hocanın bir anısını dinlemiştim tam da bu mevzu ile ilgili. Aklımda kaldığı kadarıyla aşağıya alıyorum.
2008 yılı… Bosna Hersek’in uçsuz bucaksız ormanlarının arasına serpilmiş köylerden biri. Savaştan nasibini almayan kalmamış. Oğlunu, kızını, annesini, babasını kaybedenler… Aile fertlerinin tamamını kaybedenler… Canını kurtarmak için bütün mal varlığını kaybedenler. Kayıpların sonu ve ölçüsü yok. Kazanç ise sadece kurtarabildikleri canları; o da yeni hayatın getirdiği sefilliğe ve perişanlığa teslim olmuş durumda.
Bosna-Hersek’in uçsuz bucaksız ormanlarının arasına sıkışmış olan bir Boşnak köyüne Türk Kızılay’ı yardım götürüyor. Köyleri birbirine bağlayan ince asfalt yol da bitiyor. Toprak yola giriyor kamyonlar. Saatlerce uğraştan sonra yardım dağıtılacak olan köye ulaşılıyor. Önceden belirlenmiş olan isim listeleri çıkarılıyor; tek tek teslimatlar yapılıyor. Fakat listede olduğu halde bir isme yardım paketi teslim edilmediği görülüyor. Köylüler o kişinin yaşlı ve kimsesiz bir kadın olduğunu, evinin köyün dışında bulunduğunu, yardım paketini almaya gelemediğini söylüyorlar. Yardım konvoyunda bulunan Türk subaylardan ikisi, yardım paketlerini omuzlayıp tarif edilen eve gidiyorlar, kapıyı çalıyorlar… Birkaç dakika sonra oldukça yaşlı bir kadın kapıyı açıyor, Türk subaylarını uzun uzun süzüyor:
– “Siz Türk’sünüz değil mi?” diye soruyor.
– “Türk’üz anacığım” diyorlar neden kapıyı açar açmaz bunu sorduğunu anlamadan.
– “Allah’ım şükürler olsun… Biliyordum… Geleceğinizi biliyordum, ‘Allah’ım’ dedim… ‘İmdadı ilahinle gönder Rabbim’ dedim… Gönderdi Allah’ım… İlkbahar da yaz da hep sizi bekledim… Nerde kaldınız artık dedim… Ama biliyordum geleceğinizi ve geldiniz…”
…
Kime göre Türk ne demektir, kime denir bilmem ama bence Türk, işte budur.