Türk hukukunda “kopyalama” ve orijinallik meselesi (1)

Abone Ol

Orijinallik, özgünlük, kendine güven ve yeterlilikle ilgili bir meseledir ve hukukta da vazgeçilmemesi gereken bir arayış olmalıdır. Sönük, yeterince gelişmemiş fertler ve toplumlar başkalarının izleri üzerinden yürümeye, onları kopyalamaya çalışırlar. Bir kez bu izleme psikolojisine girildiğinde de artık, orijinali üretmek gibi zahmetli bir ameliyeden sürekli uzaklaşılır. Bu kolaycı kopyalama hastalığı, tam bir patolojik vaka olarak nüksederek tekrarlanadurur. Yani, bir kere kopyalayan ve gölgede kalan, bir daha bu alışkanlıktan kolayca vazgeçemez.

Hukuk da, aynen din, mimari, dil, örf ve adet (gelenek görenek), sanat, müzik, kültür, estetik, tarih, ahlak anlayışı, bilim anlayışı ve dünya görüşü gibi unsurlarla şekillenen medeniyet iddialarının zeminini oluşturan temellerden olup diğerleri üzerinde sâri etkide bulunan önemli bir üstyapı kurumudur.

Hukuk, ülkedeki sosyolojik tabana dayanır da halk tarafından desteklenirse başarı ihtimali yükselir. Çünkü başka milletlerin kendi toplumları için ürettikleri hukukun bir kısmı size uyabilecekken diğer bir kısmı hiçbir şekilde toplum değerlerine uymayabilir. Güçsüz kesimlerden yetim ve dulun bize çağrıştırdığı veya bizdeki karşılığı ile İsviçre’deki karşılığı bir değildir. Türk toplumundaki ortalama bir aile ile onların çocukları ile ilişkileri ve karşılıklı beklentileri bir değildir. Norveçli 80 gencin katili Breivik’in Norveç Ceza Kanunu’na göre aldığı 21 yıl hapis cezasının bizlerdeki adalet duygusunun tatmin etmekten çok uzak olup bu hafif görülecek ceza, bu yönüyle doğu toplumlarından hiçbirinde anlaşılamaz.

Türkiye’deki kanunların Osmanlı döneminde başta Ticaret Nizamnamesi’nin ve daha sonra, Danıştay, belediyeler, il ve ilçe teşkilatlarının oluşumuna kadar bütün bir idari yapının Fransa’dan kopyalanmasıyla yoğun bir süreç başlamıştı. Cumhuriyet döneminde de diğer Batı Avrupa ülkelerinden “iktibas yoluyla” hukukun her alanının birebir aktarıldığı herkesçe malumdur. İktibas olarak tanımlanan bu ilmi (bilimsel) afili adlandırma, çoğu kez metinleri doğrudan çevirerek kopyalamaktan ibaret kalmıştır.

Bizim üniversitede okuduğumuz yıllarda, yani Medeni Kanun’un kabulünden 60 yıl sonra bile, “İsviçre Medeni Kanunu’ndaki ‘ve’nin ‘veya’ olarak çevrilmediği, bunun hangi hatalara sebep olduğu, çeviri hatasının halen devam ettiği” gibi tuhaf tartışmalar, doktrin kapsamında ders kitaplarında yer işgal etmekteydi. Bugün bu düşük seviyede değiliz, ancak neredeyse hala kopyalama dışında bir şey yapılmıyor ve hiç kimse yeni bir başlık açmaya cesaret edemiyor.

Bu konuda, hukukun evrenselliği gibi genel bir kalıba sığınmak ise tam bir cehalet emaresi. Çünkü, hukuk bir bütün olarak asla değişmeyen evrensel bir değer ölçüsü oluşturamaz. Ancak bu, bir kısım hukuk değerlerinin evrensel değerler oluşturmasına mani değildir. Hukukun genel ilkeleri diye tanımladığımız bu kategori “hukuk” kavramının oldukça cüz’i bir kesimini oluşturur ve aslında çoğunluğu itibariyle tabii hukuk tarafından öngörülmüş değerlerdir. İleride, bu köşede başka bir başlık altında hukukun en hayati başlığı olan tabii hukuk konusuna da gireceğiz.

Nasipse devamı yarın…