Turizm ve Kültür üzerine

Abone Ol

Osmanlı modernleşmesi/batılılaşması ile başlayan İslâm medeniyeti, kültürel miras ve Anadolu’yu inşa eden ‘insanlığın büyük medeniyet’ birikiminden büyük bir kopuş yaşandı. Batılılaşma uğruna İslâmlaşma sürecinin temellendirdiği Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı mirasından; bölük pörçük bunları koruma adına da Anadolu’da filizlenip Roma ve Kıta Avrupası birikiminden koptuk. Yer yer tarihselleştirerek ve müzelerde seyirlik objelere dönüştürerek muhafaza ettiklerimiz; yeniden inşa ve ayağa kalkmamıza kaynaklık edecek kudrette olamadı. Zaten tarihselleştirilen değerler ya kutsanarak ya da metalaştırılarak anlamsızlaştırılıyor.

“Muhteşem ecdadın büyük fetihleri ve yeşil sarıklı ulu veliler vasıtasıyla Viyana kapılarına kadar başımız dik yürüdük.” diye başlayan hamasetin ürettiği retorik köpürtüldüğünde, dinleyenleri-okuyanları körleştirir ve tarih bir sayıklamanın ötesine geçmez. Bu yürüyüş için yapılan hesaplar, kurulan köprüler, geçilen yerlerdeki insanların ‘dinlerini özgürce ve dinlerinin gereğince yaşamakta serbest’ olduklarına dair verilen ahitnamelerin kaynağına atıf yapmadan ve üzerine düşünmeden fetih naraları ile kültür inşa edilemez. Her adımda karşımıza çıkan cami, medrese, dergâh gibi büyük mimari yapıların Roma mimari geleneği üzerine yeni bir yorumla kurulduğunu anlamadan, yeni bir medeniyet geleneği başlatılamaz. Kendimiz kalarak yeni zamanların kültür politikalarını üretmekte gereğinden fazla geç kaldık.

Bu topraklarda hangi alanda bir kültürel zihin ve anlayış inşa etmek istersek isteyelim bunu, karşıtlıkları körükleyerek ve ötekinin alanını görmezden gelerek yapamayız. Roma-Bizans, İslâm, Batı mirasını top yekûn reddederek Anadolu’da – Türkiye’de bir arpa boyu ilerlemenin imkânı yok. Hele modernlik adına İslâm kültür ve medeniyet birikimini toptan görmezden gelmek ve o çevreye mensup olanları aşağılamak haramzadeliktir. Modern toplumların tamamı, gelenekleri yaşatarak ve yeniden yorumlayarak oradan yeni bir yükseliş inşa ederler. Modern zaman insanları kendilerini ve çağlarını geleneğe kapatarak değil; geleneği yeniden yorumlayarak ve dönüştürerek büyük sıçrayışlar gerçekleştirebilir. Mısır piramitlerindeki matematik ve geometriyi yok sayarak, Roma’nın gemi teknolojisindeki denge unsurlarını görmezden gelerek, Mimar Sinan’ın mimari kubbe ve su kemerlerinde gerçekleştirdiği yeniden hesaplama ve yorumlamayı karartarak, İbn Sina tıbbını ilkel kabul ederek nereye varılabilir?

Türkiye yeni bir yüzyıla adım atarken kültür ve medeniyetini ‘Kültürel İktidar’ tartışmalarının ideolojik saplantılarından kurtularak yeni bir anlayışla yapmak yükümlülüğündedir. Türkiye’nin sağcıları, muhafazakarları ve dindarlarının kültürle ilişkileri maalesef ‘vaaz ve menkıbe anlatıcılığı’ ile sınırlıdır. Kendilerini modern sayanlar da tepeden inmeci değişim ve taklit ölçeğinde bir kültürel kimlik benimsediler. Bundan dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığı kurulduğu tarihten itibaren sadece turizm ile ilgilidir ve ‘ihtiyaca binaen kültürü de müteahhit eliyle yürütülen’ bir icraata dönüştürmek için “Yunus Emre Yılı, Mehmet Akif Yılı, Nazım Hikmet Yılı, Dede Korkut Yılı…” gibi bol miktarda kâğıt kirletmeye, anlamamaya ve okutmamaya yönelik şatafatlı pahalı kitap basımları yapılarak gündemler oluşturulur. Yıl bittiğinde de yılın kültür adamına (!) dair akıllarda kalan bir şey yoktur.

Türkiye’nin yeni yüzyılında bir “Kültür ve Medeniyet Bakanlığı” kurularak alanla ilgili bir kültür adamı getirilmeli ve kültüre, kitaba, mimariye, arşive … dair miras bu bakanlık eliyle yürütülmelidir. Bu tespitten hareketle tek partili rejim yönetimi döneminde hikâyeci Memduh Şevket Esendal, dönemin tek partisinin genel sekreteri olarak görev yapıyordu. Şair Yahya Kemal İspanya’da, romancı Yakup Kadri İsviçre'de büyük elçi (sefir-i kebir) olarak görevdeydiler. Nurullah Ataç, cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal’in yanı başında duran büyük çevirmen olarak hizmet veriyor; dil ve kültüre dair belirleyici kalemlerin başını çekiyordu.  Ahmet Hamdi Tanpınar ve Ahmet Muhip Dıranas da devlet erkanının değerler hiyerarşisinde saygın isimlerdi. Hasan Ali Yücel, ait olduğu Mevlevî gelenekten kopmadan dünya edebi klasikler geleneğini bu topraklara taşıyan bakandı. Reşat Nuri ya Millî Eğitim (maarif) müfettişi ya da Türkiye’nin UNESCO temsilcisiydi. Bunların bir kısmı daha sonra milletvekili olarak da görev yaptılar.

Türkiye kimliği, mensubiyeti/aidiyeti, istikameti belirsiz, gelecek tasavvuru ve kültürel mirastan habersiz mevcut turizmci kültür kimliğinden uzaklaşarak; yeni bir anlayış ve birikimle Kültür veya Kültür ve Medeniyet Bakanlığı makamı ihdas etmeli ve cumhuriyetin ikinci asrını “Savunma sanayii ve teknoloji”de ulaşılan imkanlara denk bir düzeye getirmek için karar alma iradesini ortaya koyma kudretindedir. İnsanlığın medeniyet destanı ve kültürel mirası Anadolu’dan yeniden boy verecekse, dil meselemizi de göz ardı etmeden şuurlu bir irade ile hemen yola çıkmalıyız. Tarihin yitik sayfalarında kalan büyük adımlar, insanlık ve insanîlik mirasının kaynağı bereket hilâli Mezopotamya’nın uzantısı Anadolu birikimi, insanlığın ortak değerlerini yeniden hatırlatma ve birlikte yaşama harcı olma vasfını haizdir.