22 Şubat “Bilge Mimar” Turgut Cansever’in vefatının yıl dönümü.
Cansever’i farklı kılan husus yapı inşasını bir sanat olarak görmesinin yanı sıra mimarinin arkasındaki tarihi/dini/kültürel göndergelere işaret etmesinden ileri gelir. Bu bakımdan Cansever sadece “Mimar” değil aynı zamanda mimari felsefenin ülkemizdeki ender örneklerinden biridir.
Turgut Cansever 1920 senesinde Antalya'da dünyaya geldi. İlkokulu Ankara ve Bursa'da okudu. Lise öğrenimini Galatasaray Lisesi'nde tamamladı. Daha sonra İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık Bölümü'nü bitirdi. 1949’da “Osmanlı ve Selçuklu Mimarisinde Sütun Başlıkları” adlı teziyle sanat tarihi doktorasını tamamladı. 1960’da “Modern Mimarînin Sorunları” başlıklı tezi ile doçent unvanını aldı. Uğur Tanyeli’nin tespitiyle Türkiye’de sanat tarihi doktorası yapmış tek mimar Cansever’dir. Bu tespiti bir adım ileriye taşıyan Faruk Deniz, bu tezin Türkiye’de yapılmış ilk sanat tarihi doktorası olduğunu söyler.
Başından itibaren Cansever’in en önemli meselesi “Bir şehir nasıl olmalıdır?” sorusu etrafında şekillenmiştir. Tanzimat’la birlikte başlayan ve Cumhuriyet döneminde hızla yaygınlaşan Avrupa kaynaklı betonlaşma karşısında alternatifler üretmek Cansever’in asıl derdi olmuştur. Turgut Cansever’e göre İslam mimarisinde Allah’ı vurgulamadan, onun büyüklüğünü ifade etmeden hiçbir yapı inşa edilemez. Müslüman’ın yaptığı her şeyi en güzel şekilde yapması gerektiğini şu ayetle tasdikler: “O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya çamurdan başlayandır.” (Secde Suresi/7) Farklı coğrafi bölgelerdeki farklı ırkların vücuda getirdikleri kültürlerin çıkış noktaları millî olmak değil, İslamî olmaktır. Ancak mahalli çözümlerde bazı farklılıklar oluştuğu aşikârdır. Yani “İslam temeli oluşturur, kültürler ise bunun üzerine kurulur.” İslam şehrinin insanlık tarihinin en müstesna ürünü olduğuna inanan Cansever’e göre Osmanlı şehirleri de güzelliğin yaşandığı yerlerdir ve İstanbul başta olmak üzere Osmanlı şehirleri insanlık tarihinde benzeri olmayan çözümlemeleri gündeme getirmiştir. Sadelik, kullanışlılık, doğaya uygun malzeme ile imar edilmesi bu yaşam alanlarının temel özellikleridir.
Cansever, Türk mimarisini inşa ederken Batı kültürünün tesirlerinden değil, kendi inanç temellerinin değerlerini yeni şartlar içinde hayata geçirmemiz gerektiğini vurgulamıştır. Eğer bu değerlerden kopmadan mimariyi inşa edersek üslup bütünlüğünün her yerde yakalanabileceğini, böylece tüm varlık alanlarının İslam’a uygun şekilde inşa edilebileceğini söyler. İslam mimarisinde, malzemenin olduğu gibi doğal haliyle kullanılması gerektiğini, bu malzemenin niteliklerini inkâr etmeden ve önemlerine aşırı vurgu yapmadan kullanılmasını savunur.
İnsan ve İslam mimarisi vurgusunu, tevhit anlayışı üzerinden şekillendiren Cansever, İslam’da aslolanın hayatın merkezine Allah’ı yerleştirmek olduğunu oysa günümüz mimarisinin insanı merkeze aldığını söyler. Zaten İslam’ın vermiş olduğu varlık, bilgi ve idrak anlayışı, ister istemez sanatın bütün formlarını etkileyen olgulardır. Bununla birlikte İslam mimarisindeki mutluluk, ümitvar ve neşeli olma hali İslam’ın bütün sanatlarında ortak bir özellik olarak gözükür. Batı ya da Hristiyanlığın mimarisine baktığımızda ise bir karamsarlık, keskinlik, insana ızdırap veren haller -ihtişamı gözler önüne sermeye çalışsalar bile- vardır. “Bütün dünyayı aynı kılığa sokan” “teknokratlaşmış” mimariyi, büyüklük tutkunu Batı monumentalitesini (anıtsal anlayışı) sorgular. İnsan ölçüsünde mütevazı binalar tercihi, beşeri ebedilik yanılsamasına karşı fanilik bilincinin ifadesidir. “Babil kuleleri” dediği apartmanları mahalle ve komşuluk ilişkilerini (cemaati) mahvetmesi yanında, pahalı da bulur. Sadece dikey değil yatay düzlemde de küçük ölçekli mimariyi savunur: “Vahşi şehirleşmeye” karşı nüfusun aşırı yoğunlaşmasını önleyen -Almanya örneğindeki gibi- yıldız kümesi modeli orta ölçekli şehirlerin, alt-metropollerin kurulması fikrindedir. Konut sorunun çözümünde Türk evinin baz alınması gerektiğini söylemekten yorulmayan Cansever’e göre insanlık tarihinin değerli ürünleri sayılan bu hazine, geleceğimize ışık tutması açısından mutlaka değerlendirilmelidir.
Turgut Cansever’in mimari projeler yoluyla dünyada tanınır olması 1980’li yıllardadır. Cansever, Bodrum’daki Ertegün Evi ve Ankara’daki Türk Tarih Kurumu Binası ile uluslararası Ağa Han Mimarlık Ödülleri’ni kazanmıştır. Üç kez Ağa Han Mimarlık Ödülü almış dünyadaki tek mimar odur. Cansever 2008 yılı Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Büyük Ödülü’ne layık görülmüştür. Mesleği mimarlık olan, ama sadece bu açıdan değerlendirilemeyecek kadar derin ve üretken bir kişiliğe sahip bulunan Turgut Cansever, 22 Şubat 2009’da İstanbul Çiftehavuzlar’daki evinde vefat etti. Cansever'in cenazesi 23 Şubat 2009 günü Fatih Camii'nde ikindi namazından sonra kılınan cenaze namazının ardından Edirnekapı Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Ruhu şad mekânı cennet olsun.