Ekonominin tanımı yapılırken kaynakların sınırlı, insan ihtiyaçlarının ise sınırsız olduğu ifade edilir.
Bu tanım gereği; ihtiyaçları sınırsız olarak kabul ederseniz, tüketimde aşırıya gitmenin önüne de geçemezsiniz.
Yine bu tanıma göre sınırsız ihtiyaçları tek frenleyecek saik kaynakların sınırlı olmasıdır.
Bu yaklaşım ise tüketim çılgınlığına kapı aralamaktadır.
Tüketim çılgınlığı, insanlık olarak tükenişimizi de beraberinde getirmektedir.
Salgın bir hastalık gibi yayılmakta olan bu çılgınlığın ortaya çıkışına bahane teşkil eden ana sebep mutlu olma arzusudur ve bununla birlikte bilinçaltında ‘Ne kadar tüketirsen o kadar mutlu olursun’ düşüncesi oluşmaktadır.
Tükettikçe mutlu olacağına inanan insan, tükendiğinin farkına varmadan tüketir.
Tüketimde aşırı gitmekle, kendi ayağının altındaki zemini yok ettiğini, içinde yaşadığı dünyayı yaşanamaz hale getirdiğini fark edemez ve haz alarak tüketmeye devam eder.
Peki yaşanabilir bir yeryüzü için bu tüketim çılgınlığı nasıl durdurulacak?
İnsanın eşyaya bakış açısı, eşyayla girdiği ilişkiyi belirler.
Sahip olduğunu düşündüğümüz şeylere mutlak sahibiymiş gibi mi, yoksa bize emanet edilmiş bir sorumluluk olarak mı bakıyoruz?
Kendi hizmetine verilen yeryüzüne emanet bilinciyle değil de sahip olma, kaynaklara hakim olma hırsıyla davranıldığında neticenin ne olacağını anlamakta zorlanmayız.
Bugün artan nüfus, kamçılanan tüketim arzusu kaynakların tükenişine sebep olmuştur.
Kaynakların fütursuzca kullanımı, tüketimin ihtiyaç olup olmadığı gözetilmeden çılgınca artması yeryüzünün gittikçe yaşanabilir bir mekân olmaktan çıkmasına sebep olmaktadır.
Tüketimin artması, insan yaşamının en temel kaynakları olan temiz içme suyuna ulaşımın güçleşmesinden, yaşamı olumsuz etkileyecek hava kirliliğinin artmasına varana dek birçok olumsuzluğa sebep olmuştur.
Yaşam alanları insanın bizzat kendi dahli doğrultusunda mahvolmaktadır.
Oysa tüketirken sorulması gereken birinci soru ‘ihtiyaç mı?‘ olmalıdır.
Alınan, tüketilen şeyler ’ihtiyaç mı?’ sorusu zaviyesinden bir iç sorgulamaya tabi tutulmadığı takdirde farkında olmadan tüketim çarkının bir parçası olabiliriz.
Körüklenen tüketim anlayışı ihtiyaç tanımlarımızı da değiştirdi.
İhtiyaç olmadığı halde bize ihtiyaçmış gibi empoze edilen o kadar çok şey var ki hayatımızda!
Mevcut ekonomik anlayış, üretimi artırmak için tüketimin teşvik ediyor; daha fazla üretmek için daha fazla tüketmenin gerekliliğini vaaz ediyor.
Akan bir ırmağın kenarında abdest alırken dahi suyu israf etmemenin tavsiye edildiği bir medeniyetin çocukları olarak bugün dünya kaynaklarının acımasızca tüketildiğine şahitlik ediyoruz.
İslam denge ve ölçüyü önemsemiş, israftan, lüzumsuz ve ihtiyaç dışı harcamalardan da sakınmayı tavsiye etmiştir.
Bu hususta “Yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez” ilahi emri tavrımızı belirleyen, bize sınır çizen, yön tayin eden ilkemiz olmalıdır.