Bu millete bir haller oldu.
Üzerindeki ölü toprağı kalkmış, birden uyanmış, her şeyin farkına varmış gibi bir haller…
Memlekette olup biten her şeyin bütün mesuliyetini üstlenmiş gibi bir haller…
Yürüyüşü bile değişti. Daha dik, daha vakur, daha kendinden emin ve yere daha sağlam basarak yürüyor.
Yürürken sağı solu kollayarak, çevresindeki her bir şeyden önce kendisi haberdar olması gerekiyormuş gibiher yeri teftiş ederekyürüyor.
Olacak olan bütün namüsait durumlara anında müdahale edecekmiş gibi her daim tetikte.
Mahalle aralarında kavga eden kedi ve köpekleri bile müşfik bir baba sevecenliğiyle, şefkatle ayırıyor.
Tezgâhına sebze, meyve boşaltan manav ile kamyon arasındaki zincire dâhil olarak karpuz sallıyor.
Çöpleri yanlış yere dökenleri azarlıyor, yanmayan sokak lambalarını bile kontrol ediyor.
Resmi kurum önlerinden, özellikle de emniyet, karakol ve askeri binaların önünden geçerken sağı solu iyice kolaçan ediyor, bir terslik var mı diye neredeyse içtima yapan komutan edasıyla gözlerini askerden, polisten ayırmıyor.
Gazete bayii önünde adeta bütün gazeteleri gözden geçiriyor; her sabah medya takibini ihmal etmiyor; hangi gazetenin ne yazdığına, nerede durduğuna dikkat kesiliyor.
Meydanları boş bıraktığı için biraz huzursuz ama hayatın normale dönmesi gerektiğinin farkındalığıyla, canı sıkılarak bakıyor boşalan alanlara.
Koca şehirde, bütün kalabalıkları tanıyacakmış gibi, tanımadığı insanlara işkillenerek bakıyor, hele selamsız, sabahsız geçenlere iyice ayar oluyor.
Cebinde küçük bir defter, tuttuğu notları, yaptığı listeyi sürekli güncelliyor; memleketi kendisine zimmetlemişler gibi, devletin vazifeli hafiyesi gibi, nerede bir casus, nerede bir vatan haini, nerede bir gayrı meşru vaziyet, her nahoş durumu hemen yazıyor.
Adeta her durumdan bir vazife çıkartıyor.
Geçen gün, bir müezzin sabah namazını yanlışlıkla bir saat erken okuyunca hemen 155’i arayarak “Bir durum mu var, sokağa çıkalım mı, meydanları dolduralım mı?” diye sormuş, huzursuzluğu geçmeyince kalabalığı vilayetin önüne yığmıştı.
İşi gücü bırakmış, belki bir simit parası bile yok fakat hayatın tabii akışına engel gördüğü her menfi durumu bertaraf edecek kudreti varmış, dahası resmen yönetime el koymuş gibi hareket ediyor.
Ara ara da gökyüzüne bakıyor, havada uçan kuşlardan bile mesul hissediyor kendini.
Yukarıda kuşları ürkütecek bir gürültü, olağan dışı bir hareketlilik vuku bulursa diye her daim tetikte; en yüksek binaya çıkacak ve hava trafiğinin seyrini bozan jetlere, helikopterlere “Biz hâlâ buradayız, ona göre…” ihtarını ve ikazını yapacak.
Böyle bir kendine güven ve böyle bir ‘ego patlaması’…
Yemeyi içmeyi, işi gücü, uykuyu unutmuş, vatanı, milleti için her şeyinden vaz geçmiş insanlara memleketin her yerinde rastlamak mümkün bu günlerde.
Eskiden her mahallenin asayişini sağlayan, hırsızlığı, uğursuzluğu önleyen, mahallenin namusunu kollayan, gece bekçilerine yardım eden bir kabadayısı olurdu.
Şimdi her şehrin birden fazla, onlarca, yüzlerde böyle babacan kabadayıları var.
Asayiş bir müddet daha onlardan sorulacak…