Trump ve Türkiye: Yeni yönetim kadrosunun politikaları üzerine yanılgılar

Abone Ol

Donald Trump’ın ikinci başkanlık dönemi için belirlediği yeni yönetim kadrosu, Türkiye ve uluslararası camiada büyük merakla izleniyor. Bu kadrodaki birçok ismin, özellikle dış politika ve güvenlik konularında şahin ve radikal görüşlere sahip olması dikkati çekiyor.

Ancak bu durum, Türkiye-ABD ilişkilerinde doğrudan bir gerilim veya radikal bir politika değişikliği anlamına gelmeyebilir. ABD siyasetinin dinamikleri ve yönetim süreçleri, danışmanların veya bakanların bu tür kişisel görüşlerini tamamen uygulanmasını sınırlandıran çok sayıda faktöre sahiptir.

Diğer taraftan ABD’de radikal görüşlere sahip figürlerin yönetim ve siyasette daha pragmatik davrandığına dair birçok örnek bulunmaktadır. Örneğin, önceki yönetimlerde şahin olarak tanınan isimlerin, görev başında daha ölçülü politikalar benimsediği gözlemlenmiştir.

Bunun da ötesinde siyasette de birçok ismin, hızlı ve keskin dönüşler yapmaktan çekinmediğini de not etmeliyiz. Dolayısıyla pragmatizm ve kişisel çıkar, tüm dünyada olduğu gibi ABD siyasetine de yön veren iki temel meseledir.

Trump’ın yeni dönemde tercih ettiği isimlerin, radikal görüşlerinden ziyade onun liderlik tarzına uygun başka özellikleri daha öne çıkıyor; sadakat ve intikam. Trump, kişisel ajandasını uygulamada tam kontrol sağlayabileceği ve kendisine bağlılığı ön planda tutan figürlerle çalışma eğilimindedir.

Bu isimlerin bir diğer seçilme nedeni ise Trump’ın siyasi rakipleri ve ilk başkanlık döneminde kendisine karşı duranlardan hesap sorma isteği olduğu görülmektedir.

Bu isimler, güçlü karar alıcılar olmaktan ziyade Trump’ın politikalarına uyum sağlayacak ve onun taleplerini sorgulamadan yerine getirecek unsurlar olarak değerlendirilebilir. Trump’ın bu kişileri seçerken kendi çıkarlarını koruma ve geçmişteki hesaplaşmalarını tamamlama motivasyonuyla hareket ettiği görülmektedir.

Şurasını da unutmamak lazım ki Trump kendisi ile uyumlu çalışmayan isimleri, çok hızlı bir şekilde de tasfiye etmekten çekinmemekte.

Dolayısıyla Trump, ikinci döneminin başında belirlediği birçok isimle kendisi ile uyumlu çalışmamaları hâlinde kısa ve orta vadede yollarını ayırabilir.

Bu durum, Türkiye-ABD ilişkileri açısından da önemli mesajlar taşımaktadır. Örneğin S-400 krizi ve Suriye gibi hassas konularda Trump’ın nasıl bir yol izleyeceği, bu kadronun görüşlerinden ziyade Trump’ın stratejik önceliklerine bağlı olacaktır.

Trump’ın pragmatik ve çıkar odaklı yaklaşımı, belirli konularda esneklik gösterebileceğini işaret ediyor. Ayrıca geçmişte de Türkiye ile ilişkilerde, kamuoyu önünde sert açıklamalar yapmasına rağmen perde arkasında daha ılımlı bir yaklaşım benimseyebildiği görülmüştür.

Sonuç olarak Trump’ın yönetim kadrosundaki isimlerin şahin ve radikal duruşları, Türkiye ile ilişkilerde doğrudan belirleyici olmayacaktır. ABD’de, kişisel ideolojik duruşların ötesinde başkanın stratejik hedefleri ve kurumsal dengeler esas rolü oynar.

Bu nedenle Türkiye-ABD ilişkilerinde, radikal söylemlerden çok Trump’ın pragmatizmi ve çıkar odaklı yaklaşımı belirleyici olacaktır. Yanıltıcı varsayımlar ve hızlı çıkarımlar yerine, bu dengelerin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.