Yalnızlıklarım… Yalnızlıklarım…
Senin göremediğin ama benim ezberlediğim yalnızlıklarım…
Gökyüzüne uzanıp bulutlara tutunmak istiyorum. Fakat sahilimde biriken çakıl taşlarına takılıyor ayaklarım.
Rüzgârlar yetişmeden imdadıma dalgalar tutuyor parmak uçlarımdan. Sonra yürümeye başlıyorum usulca.
Attığım her adımın sudaki helezonları okyanusları dolaşıyor ardı ardına…
Bir yerçekimi kuvvetiyle ben uzaklaşmak isterken girdabına çekiyor beni dünya.
Hem de bir başına…
Yalnızsam kabahat bende mi? Kim giydirdi bu derviş hırkasını sırtıma… Bir tek lokma yetti beni cennetten kovulmaya…
Bir yasağın ateşinde seninle boğuşuyorum Ey dünya!
Yetim hakkı yemedim, yalan söylemedim, canına yandığım toprağına zulmetmedim… Nedir senden çektiğim demedim… Şikâyet etmedim O’nun (cc) hatrına…
Söyle bana sen sustukça yıkılıyor kor dağların omuzlarıma… Oysa hakkıyla tanısaydım O’nu (cc), dualarımla dağlar yürürdü tek sıra…
Öyle mahzun kalmazdı ilk kıblem Mescid-i Aksa… Öyle kan ve gözyaşına bend olmazdı Resul-i Kibriya’nın ilk durağı, Burak duvarı…
Beni daha fazla ağlatma ne olur? Ben ağlarsam kanar yüreği yedi kat zemin ve yedi kat semânın… Yetimiyim ben O’nun (sav) bak söylüyorum sana öylesine fütursuz…
Ben ağlarsam yer incinir, gök yarılır hatta kıyamet kopsa buna bütün âlem inanır ve inanmalıdır…
Çığlıklarımı dipsiz kuyular yutuyor sanki.
Kör olmuşsun Ey dünya! Yıkılsan ne çıkar?
Yaşarken ölmüşsün işte! Övünsen ne yazar?
Bir gece ansızın
“Ben kalksam ve dirilsem
İmanımla yücelsem
İçimdeki bu yarayı
Tek tek eritsem” diyorum, karşımda duramaz Kabil’in çocukları…
Ah! Şu Kabil’in çocukları…
Hayır ve Şer iki kardeş mi yoksa yüz yıllardır koynunda uyuyan?..
Ya da patika yollarında biri durmadan diğerinin kuyusunu kazan…
Karanlığın çocukları durmadan kanıma giriyor da umurunda değil senin. Hesabımız hep mahşere mi kalacak sanırsın?
Ey Şeroğlu Şer! Dinle… Belki yıktığın şehir bir gün başına yıkılır da tepende ebabilleri görürsün kanat çırpan…
Belki ben kanatlanamadım, ayaklarım çakıl taşlarına takıldı ve tuttu çekti beni dalgalar.
Ama unutma tepende dolaşır kibirden kuduran Ebrehe’yi kor ateşten taşlarla yenik yaprağa çeviren kuşlar.
Filistinli çocukların avuçlarındaki taşlar her yeni gün sana hak ve hakikat davasını haykırsa da anlamıyorsun ve anlamayacaksın. Çünkü sen avucunda “Muhammed’en Resûllah” diye haykıran taşları gördüğü halde hidayete yüz çeviren Ebu Cehil’in torunlarısın…
Bugün kıtalar dolaşır oldun, bu doğru… Ama çok şükür Îlay-i Kelimetûllah için can veren Muhammedî ruh da ölmedi. Hesabımız sürecekse de kıyamete kadar diz çökmeyecek bu ümmet karşında.
Kıldığımız cumalara and olsun ki; bir gün, Yüce Rabbinin huzurunda kıyama durduğu gibi, Mescid-i Aksa’nın ezanına koştuğunda bütün bir İslam Âlemi, terk-i diyar edeceksin sen, yıllardır işgal ettiğin mübarek beldeleri…
Sopaya silaha gerek yok, tükürse onca İslam eri, tek nefes alamaz da boğulursun billah…
Şimdi çek ellerini mabedimin üstünden… Kıymık gibi batıyor nefesin, çok vaktin yok bilesin…
Akıllı ol, yoksa toprağın üstü değil altıdır senin…