İstilaların sadece savaşlar sonrasında ele geçirilen topraklarla ilgili olduğunu zannetmek, istilanın anlamını daraltarak, sayısız etkisini ya da şeklini görünmez hale getirmekten başka bir işe yaramaz…
Üstelik değerlere dönük en büyük istilalar görece istikrarlı gibi duran hatta “demokrasi” şemsiyesiyle de perdelenmiş alanlarda gerçekleşir…
Bu sebeple Joseph Samuel Nye’nin kavramsallaştırdığı,“hard power, softpower”’ın neye karşılık geldiğini iyi bilmek gerekiyor…
Yani “sert ya da yumuşak güçlerden hangisi daha tehlikeli” dediğinizde; bir milletin bütün değerlerini ve kültürel kodlarını asimile eden yumuşak gücün çok daha tehlikeli sonuçlar ürettiği bir varsayım değildir…
Çeşitli saldırılarla değerleri yozlaştırılmış toplumlarda en fazla haksızlığa ya da istilaya uğrayan kesimlerin başında ilim ve sanat üreten, gerçek anlamda müellifler gelir…
Fernand Braudel bu istilayı; “İşinin erbabı kişilerin faaliyetlerinin gölge bölgesi, geriden-ışıklı bölgesi, toplumsal bir parazitlik alanı vardır” sözüyle mükemmel olarak izah eder…
Birileri adeta bir madenci gibi yerin yüzlerce metre altına iner ve oradan cevheri çıkarır, bütün meşakkatine katlanır…
Fakat çıkarılan cevheri büyük bir iştahla bekleyen parazitler, müellife zerre saygı duymadan cevhere konarlar ve onu istedikleri gibi üstelikte çıkarlarına göre şekillendirerek piyasaya sürerler…
Bugün adeta “görselin içinde boğulan” dinleyici ya da izleyicilerin boşluğundan da istifade eden bu parazitler, hiç zorlanmadan yaşamlarını sürdürmeye devam ederler…
Bilginin izini sürerek müellifine ulaşmanın ciddi bir uzmanlık gerektirdiği gerçeği de işe eklendiğinde, parazitlerin istiladan “güneşli bir yer” kapmaları daha da kolaylaşmış olur…
Kaba ifadesiyle “bilgi hırsızlığı”nı kendilerince “ehl-i namus” edasıyla pazarlama konusunda da son derece yüzsüzdürler…
Elbette ilim ehlinin fikirlerinden istifade edilir, hatta kendi metnini desteklemek için delil olarak da sunulabilir…
Fakat Hasan Akay’ın ifadesiyle; “Kendi ateşimizi tutuşturmak için başkasının ateşinden bir tutamalmak” yerine “ocağını söndürmek”,hiçbir ahlak anlayışı ile izah edilemez…
“Her şeyi ifşa etme arzusu” ile dolu yeni nesillerin neyi koruyacağı ya da gizemli bırakacağı da ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor…
İfşanın şehvetine kapılanlar kendilerinde olmayınca, başkasındakini kendilerine ait(miş) gibi sunmaktan da çekinmiyorlar…
Bu yeni hal eski hal tarafından yeniden ele geçirilemez ise cevhere ulaşmanın heyecanı kaybolur mu bilemiyorum…
Eğer böyle bir durum gündeme gelirse bunun bütün vebali sadece parazitlerin değil, denetimsiz olarak onların sunduklarını alan ve “doğru” olarak sayanlarındır da…
Toplumsal parazitlik alanının sakinleri Doğu’yu; “Roma’nın Erdemleri: Ölçülülük, cesurluk, dindarlık ve adillik” diyerek kandıran istilacı Batılılar kadar yalancıdırlar…
Bahsettiğim parazitlerin en büyük yaşam alanlarından biri de ispatı mümkün olmayan, karanlık komplo sahalarıdır…
Bütün güçlerini; “Alışılmışın dışında bir şey meydana geldiğinde ya da duyduğunuzda korku doğar” gerçeğinden alan bu parazitler; insanların korkularını sömüren ve onları fırsata çeviren ahlak yoksunlarıdır…
Oysa korkuya hiç gerek yok…
Neden mi?
Çünkü o, laboratuvarda üretilmiş bir tane ihtimalle sizi etkilemeye çalışırken, Allah ona karşı sizin için sonsuz ihtimal yaratmıştır…
Eğer bu Rabbani gerçek olmasaydı, hiçbir mazlum bir lokma ekmek yiyemez, bir damla su içemezdi…
Peygamberimiz ne diyordu: “Korkma/hüzünlenme, Allah bizimledir.”