Dünya nüfusunun cüz’i bir kısmı, dünya ekonomik varlıklarının ekseriyetini kontrol ediyor, üzerinde tahakkümde bulunuyorlar. Aynı durum ülkemiz için de geçerli. Belli birkaç aile, zümre, ekonomik varlıkların çoğuna hâkim ve istedikleri gibi tasarruflarda bulunuyorlar. Bazen “Sosyal sorumluluk” adı altında faaliyet gösteriyorlar ancak “edebiyat” ve istismar yapıyorlar. “Milyonluk” yemek masaları (sofra onların lügatinde yok) kurup bir ailenin bir aylık iaşesini kişi başı bir akşamda hüpletiyorlar. Çalışana, emekçiye asgari ücretin en asgarisini verip adından da “emekçi” istismarı ve “edebiyat”ının öncüleri oluyorlar. Bu ekonomi baronları, ilelebet yaşayacaklarını, Dünyanın, sonsuza dek tekellerinde olacağını sanıyorlar.
Ramazan’ın 3. gününün sahuru, TRT Kurdi’de Vahdettin İnce hocamızın sunduğu “Bereketa Paşîvê” (Sahurun Bereketi) adlı sahur programını izliyor, dinliyordum. Konuk olan Seyda, günümüz şartlarında çok yemekten, tokluktan hâsıl olan rahatsızlıkları, hastalıkları, hatta ölümleri anlatıyordu.
Gerçekten de öyle değil mi? Etrafınıza, çevrenize bakın, sahip olunan hastalıkların çoğu tokluktan, çok yemekten meydana gelmiyor mu? Yapılan perhizler, sporlar, yürüyüşler, kilo verme telaşları hep aynı sebepten ötürü meydana gelmiyor mu?
Ekonomi baronlarını anlattık da bizler farklı mıyız? Dönüp kendimize bakıyor muyuz? Afrika’da insanların, çocukların kaburgaları sayılıyorken, bizlerin tokluktan ölmesi, tokluktan kilo alıp sonra kilo verme eylemleri, hastane koridorlarına doluşup deva aramamız utanılası değil mi? Bu durumlar salt ekonomi baronları için mi geçerli? Aynı duruma bizler de duçar değil miyiz? Fazla yiyip şiştikten sonra zayıflama, derdine düşeceğimize, yediğimizin çeyreğini ihtiyaç sahipleriyle paylaşmamız, Afrika’nın ve Dünya’nın başka yerlerindeki muhtaçlarla hemhâl olmamız, hem onların hem de bizlerin derdine merhem olmaz mı? Bu vesileyle tokluk hastalıklarına yakalanmaktan da hastane koridorlarında deva aramaktan da zayıflayacağım diye “spor” derdinden de hatta “tokluk ölümü”nden de kurtulmaz mıyız? Binlerce insan yokluktan ölüyorken, bizlerin tokluktan ölmesi, insanlığımızın ölmesi demek değil mi? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” düsturunu ne zaman hayatımızın merkezine koyacağız?
Bedirhan Gökçe, “Dohtor Bey” isimli şiirinde meramımızı şöyle dile getiriyor:
Üç tencere bamya yirim bişince,
Yirmi tas su içip biraz koşunca,
Her yanı sökülür garnım şişince,
Sağlam göynek geyemeyong dohtor bey!
Senede gırk dönüm bostan ekering,
Benden başka kimse yimesing dirim,
Gavını, garpızı gabıglı yirim,
Acelemdeng soyameyong dohtor bey!
İktisat ilmi, “kaynaklar kıt” diyor; insanoğlu, sınırsız üretim ve tüketim için birbiriyle yarışıyor, birbirini eziyor. İnsan, düşünen (ancak akledemeyen) bir hayvandır!
Ressam Bob, “Şuraya da yiyip yiyip doyamayan bir mahluk çizelim” demiş midir?!