Dizi-Film

‘The Penguin’ dizisi joker filmlerini sollayacak mı?

HBO’nun büyük ilgi gören dizisi The Penguin’in 4. bölümü “Cent' Ann”de izleyiciler, Sofia Falcone'nin (Cristin Milioti) geçmişine derinlemesine bir bakış atma şansı buluyor. Gotham'ın en güçlü suç ailesinin kara koyunu haline gelmiş olan Sofia'nın, nasıl "Cellat" lakabını aldığını da öğreniyoruz.

Abone Ol

Mehmet Akif Çavdarlı – Diriliş Postası

Ancak dizinin asıl başarısı, Sofia'nın akıl sağlığı yerindeyken akıl hastası damgası yediği anı, çaresizliğini ve bu durumun getirdiği dehşeti gerçekçi ve ürkütücü bir şekilde yansıtmasıdır. Sofia’nın Arkham Eyalet Akıl Hastanesi’ne zorla kapatılması, çevresindeki korkutucu insanlarla dolu karanlık bir dünyaya sürüklenmesi, çaresizliğiyle daha da korkutucu hale geliyor. Bu, toplumun hâlâ akıl hastalığını nasıl damgaladığını gösteren samimi bir tasvirdir ve bu konuda Joker filmlerinin yeterince üzerine düşmediği bir meseleyi ele alıyor.

‘The Penguin’, akıl hastalığını joker gibi romantikleştirmiyor

The Penguin ile Joker filmlerinin akıl hastalığına yaklaşımı keskin bir şekilde farklılaşıyor. Joaquin Phoenix’in başrolde olduğu Todd Phillips’in filmlerinde, Arthur Fleck’in Gotham halkının devrim yüzü haline gelmesi romantize ediliyor. Phoenix’in canlandırdığı karakter, nihilist bir palyaço olarak büyüleyici, ancak bu, duygusal rahatsızlığın gerçek hayattaki karşılığı değil. Phillips, Joker: Folie à Deux filminde bu durumu daha da ileri taşıyarak Joker ve halüsinasyon gören partneri Harley Quinn’i (Lady Gaga) sokaklarda kutlamalar yapılan bir müzikal sahnenin merkezine koyuyor. Bu, harika bir drama olsa da gerçek hayattaki akıl hastalığı böyle görünmüyor.

Modern toplumda bir akıl hastalığı teşhisi ile damgalanmanın gerçeği, The Penguin dizisinin 4. bölümünde Sofia’nın yaşadığı korkunç deneyime daha yakın. Daha nüfuzlu birinin soğuk ve bürokratik psikiyatri endüstrisini kullanarak sizi devletin sistemine sürüklemesi, savunmasız insanları kurban eden acımasız bir istismar biçimidir. Elbette, psikiyatri hastanelerine ihtiyaç vardır, ancak bunlar Sofia’ya yapıldığı gibi bir silah olarak değil, kendine ya da başkalarına zarar verme potansiyeli olan insanlar için kullanılmalıdır. Sofia'nın babası Carmine Falcone (Mark Strong) tarafından manipüle edilerek akıl hastanesine kapatılması, hastane sisteminin bir istismar aracı olarak nasıl kullanılabileceğini gözler önüne seriyor.

Akıl hastalığına yönelik Stigma bir ömür boyu sizi takip eder

The Penguin dizisinde Sofia'nın zorla Arkham’a kapatılması, hayatındaki ilişkileri derinden etkiler. Tek müttefiki olan kardeşi Alberto (Michael Zegen) ölmüş, ailesinin geri kalanı ise ona adeta bir hastalık taşıyormuş gibi yaklaşır. Oz Cobblepot (Colin Farrell) ise Sofia’ya normal biriymiş gibi davranır, ama bu tamamen kendi çıkarları içindir; Sofia’nın uyuşturucuya erişiminden faydalanmaya çalışır. Sofia'nın ailesi ise onu Arkham'a gönderen yalancı tanıklıklarından dolayı suçluluk hisseder. Sofia'nın, onlara soğukkanlı bir katil olmadığını söylemek zorunda kalması, onun için aşağılayıcıdır ve “Cellat” lakabını sonsuza kadar taşımak zorunda kalacaktır.

Sofia'nın yaşadığı travma ve sonuçları

Sofia'nın ailesini öldürdüğü final sahnesi, akıl hastaneleri ve damgalanma üzerine yapılan bir atasözünü hatırlatır: "Akıl sağlığın yerindeyse bile, içeri girdiğinde aklını yitirirsin." Arkham'da on yıl boyunca maruz kaldığı elektrik şoku tedavileri ve manipülasyonlar, Sofia’yı istemeden bir katile dönüştürmüştür. Babası ve ailesi tarafından ihanete uğramayı hak etmediği gibi, yaşadığı bu acılar da onun zihinsel çöküşüne neden olmuştur. Sonuç olarak, Sofia'nın ailesini öldürmesi ironiktir, çünkü ailesi onun üzerinde yarattığı damgayı yok etmek yerine kendileri yok olur.