Tevazu ile tezellül, vakar ile tekebbür arasındaki sisli çizgiyi berraklaştırıp doğru cepheyi seçebilmek…
Bütün mesele bu belki de.
Doğruyu seçemiyoruz. Nefsimizin hilelerine aldanıyoruz.
Aşırı tevazuya tezellül, tezellüle de haram demiş İslâm uleması. Zaruretler müstesna tabii… Çok çeşidi var tezellülün. Bir âlimin, yanındaki cahile gereğinden çok hürmet göstermesi tezellül mesela. Hatta bu, aynı zamanda ilme de, bilmek nimetine de hakaret oluyor sanki. Üstelik çoğu vakit, cahilin alim geçinmesine de sebep olabiliyor bu yersiz alçalış… Dolayısıyla tahkir edilmesi gerekeni tazim, tazim edilmesi gerekeni tahkir; maharet biliniyor artık.
Yine, çıkar için mevki, makam sahiplerinin önünde eğilmek, hatta arkadaşlık etmek de tezellülün bir parçası… “Tebasbus günahtır; dilencilerin tevazuu böyledir.” buyurmuş ulemamız. Muhteşem misâl… Zira tebasbus; tevazuyu bir menfaat merdiveni bellemek, sömürmek için dalkavukluğa tenezzül etmek manasında… Müslüman için ne büyük zaaf! Biz kimin, neyin dilencisiyiz peki? Ölümsüzün mü ölümlünün mü? Yaratanın mı yaratılanın mı? Aslın mı suretin mi? Her alanda, her ilişkide ne için alçalıp ne için yükseliyoruz? Hangi amaçla büyüyor, hangi amaçla küçülüyoruz? Bu soruları sormamız lazım kendimize.
Tanımları kavramakta güçlük çekiyoruz bir kere. “Dünya rütbelerinde kendinden aşağı olanlara büyüklük göstermemek tevazudur; çünkü ele geçenler, Allahü teâlânın lütuf ve ihsanıdır, kendi elinde bir şey yoktur.’’ buyrulur nitekim. Basit gibi görünen ince bir nüans. Bu nüansı kavrayıp uygulamakta zorlanıyoruz aslında. Tevazu, belli ölçülerde “büyüklenmemekle” oluyor yani; hadsiz bir alçalma takıntısıyla, ezikliği huy edinmekle değil… Toplayıcı olarak işin sırrı; sınır bilmek ve hakikate ihanet etmemek galiba.
Karşıdaki değere -eğer gerçekten bir değer söz konusuysa- saygı göstermektir tevazu. Kendinde var olanı kendinden bilmemektir. Öz kıymetleri itibarsızlaştırmak, oyuncak etmek; haysiyet çizgisini yarıp tecavüz hamlelerine açmak değil…
Dedim ya, üzeri nefsin hohladığı bir sisle örtülmüş, son derece hassas bir çizgiden söz ediyoruz. Önümüzü gördüğümüz nispette, görüşümüzü felç eden o bulanıklığı aşabildiğimiz kadar doğru cepheyi seçebiliyoruz. Zira ahlaki prensiplerimiz, sosyal hayattaki duruşumuzu da etkiliyor…
O halde biraz politik bitireyim:
Belki günümüzde çok sık rastladığımız “omurgasızlık” illeti de tezellüle giriyordur, kim bilir. Belki de tevazu kılığına girmiş, saygı ve hoşgörü mefhumlarına sığınan ihanet kokulu gevşekliklerden iğrenmemiz gerekiyordur artık. Çizgimizi çizgisi addeden çizgisizlerin üstünü çizmemiz gerekiyordur belki…
Evet, yarım kaldı… Vakar ve tekebbür mevzuuna da haftaya değiniriz nasipse. Zira kibir, boyandığı bin bir makyaj motifiyle uzun mesele…