Terörle mücadelenin algısal boyutu

Abone Ol

PKK’yı sadece bir terör örgütü olarak görmemek lazım, yerelden başlayıp günümüzde hem Türkiye hem de Ortadoğu ve Avrupa için küresel bir tehdit aracına dönüşmüş emperyal aygıttır PKK. Eli kanlı örgütün bu duruma gelmesi elbette örgütün kendi iç dinamikleri ile olmadı. Bu nedenle örgütün bundan sonraki süreçlerini ağırlıklı olarak ABD ve AB’nin Ortadoğu’daki stratejileri çerçevesinde okumak doğru bir yaklaşım olacaktır. Zira artık PKK/PYD, aleni bir şekilde küresel emperyal güçlerin Suriye ve Irak özelinde Ortadoğu’daki bir uzvu durumuna gelmiştir. Önümüzdeki kısa ve orta vadede Ortadoğu coğrafyasında yer alan devletleri yeni bir formda dizayn etmek için PKK/PYD’nin kullanılacağını söylemek mümkün. Suudi Arabistan’daki, Lübnan ve Yemen’deki gelişmeleri dikkate aldığımızda Ortadoğu’nun yeni parçalanmalara sürüklenme riski var ve oluşacak her bir yeni parçayı küresel güçler adına demografik yapıları değiştirme, yeni yerel terör devletçikleri kurma vb. şekilde içten dizayn etmek için PKK/PYD aparatının kullanılacağı kanısı güçleniyor. Dolayısıyla Türkiye’nin 30 yıldır aslında ne ile mücadele ettiği doğru anlaşılmalı ve mücadele stratejisine buna göre uzun vadeli olarak devam edilmelidir.

Türkiye’nin terörle mücadelesinin iki temel boyutu var, birincisi yurt içinde yürütülen ve genel anlamda sadece teröristle değil terörizmle mücadele edilen iç boyut, diğeri ise içerdeki terörü besleyen ve sürekli üremesine imkân sağlayan hemen güney sınırlarımızın yanı başındaki terörist odaklar ve bunları destekleyen güçlerle verilen mücadele. Aslında bir çıkış basamağı olarak yurt içi mücadelenin başarısı diğer alanlardaki başarıyı da belirlemesi bakımından bir önceliğe sahip. Şu an Türkiye bütün milli güç unsurları ile mücadeleye devam etmekte ve oldukça önemli mesafeler almış durumdadır. Son bir haftada 1476 operasyonda 80 teröristin etkisiz hale getirilmesi, 974 şüphelinin yakalanması işin ciddiyetini ve hacmini göstermesi bakımından önemlidir.

Ancak PKK’yı küresel bir terör aparatı haline getirenlerin Türkiye’ye yönelik diğer faaliyetlerinin yanı sıra masum görünümlü algı operasyonlarına da devam ettiklerini görmekteyiz. Algı operasyonu dediğimiz kavram; seçilmiş birey ya da bireylerin veya bir gurubun dikkatini istenen bir şeyin üzerinde toplayarak, onların zihinlerinde önceden belirlenmiş ve çoğunlukla gerçek dışı olan hususların gerçekmiş gibi kabul edilmesini sağlamaktır. Algı operasyonlarında bir şeyin gerçek olup olmaması o kadar önemli değil ancak gerçekmiş gibi algılanması çok önemlidir. Bunun sağlanması için çok çeşitli iletişim yöntemleri ve araçları amaç gerçekleşinceye kadar devamlı ve sistemli olarak kullanılır. Bu süreçte başarılı bir propagandanın uygulanmasına, etkili bir psikolojik savaşın yürütülmesine ve örtülü operasyona veya enformasyon savaşları yapılmasına önem verilir. Ve bunlar ağırlıklı olarak yazılı ve görsel medya ile sosyal medya araçları üzerinden yapılır. Her olay ve her durum istismar edilerek kullanılabilecek araçlar haline getirilmeye çalışılır. Bu sayede oluşturulan sahte/sanal algılar topluma gerçekmiş gibi kabul ettirilmeye çalışılır.

Türkiye’nin terörle mücadelesi açısından olaya biraz daha yakından bakacak olursak, terörle mücadelenin uzun sürmesi, yaşadığımız üzüntülü olaylar, ebediyete uğurladığımız şehitlerimiz zaman zaman sinsi mihraklarca araçsallaştırılarak toplumun ilgisi “silahlı mücadele çözüm değildir” algısına yönlendirilmeye çalışılmakta ve toplum tarafından bu algının gerçekmiş gibi kabul etmesi istenmektedir. İnsan hakları, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi evrensel değerlere örtük amaçlar için maske işlevi gördürülerek mücadele zayıflatılmaya hatta akamate uğratılmaya çalışılmaktadır. Ve tabi ki çözümde sunuluyor, “diyalog”. Meclisin inisiyatif alması (?). Geniş tabanlı uzlaşma (!). Türkiye’de terör sorununun çözümü için algı operasyonu yapanlarca kullanılan söylemler bunlar. PKK üzerinden bölge insanımızı “kürt sorunsalı” haline getirerek toplumsal ayrışma zemini oluşturulma çabası da işin diğer yönü. Geçmişte de uygulanan bu yöntemlerin karanlık amaçlara hizmet edeceği gün gibi ortada. O yüzden bunları tek tek açıklamayacağım. Milletimiz, ülkemizi yok etmek amacında olan şeytanlarla diyalog kurulamayacağını çok iyi biliyor. Bu hain seri katil sürüsü ile sadece anladıkları dilden konuşulabilir ve devlet öyle de yapıyor. Mücadelede şehit olan asker, polis, jandarma, korucu bütün kahramanlarımıza rahmet diliyor, kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.

Artık başta PKK olmak üzere terör örgütlerinin Türkiye’de hızla güç kaybettiği, kentlerden sonra bölge kırsalının da şer aparatlarından temizlediğini görüyoruz. Bundan sonraki süreçte mücadelenin uzun vadeli ve her geçen gün daha da artan bir dış destekle beslenen başta PKK olmak üzere terör örgütleri ile olacağı düşünülerek, teröristler üzerinde asimetrik etki oluşturacak teknoloji üretimine ve özellikle savunma sanayinde dışa bağımlılığı azaltacak Ar-Ge destekli teknoloji oluşturulmasına ağırlık verilmelidir. Bu teknolojiyi kullanacak uzman personel temini ve kalan ihtiyaca yönelik personel yetiştirilmesi öncelikli olmalıdır. Gerekirse geçtiğimiz dönemde FETÖ baskısı veya diğer başka sebeplerle sistem dışına çıkmak zorunda kalmış personelden istifade edilmesi değerlendirilmelidir. Zaten sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak bölgeye yatırım yapılmasına ve alt yapı oluşturulmasına aynı hızla devam edilmelidir. Sınır güvenliğinin tam olarak sağlanması ve terörist geçişlerinin önlemesi de diğer önemli husustur. Ve sonuçta yurt içinde tam olarak terör yok edilip normal hayatın kesintisiz biçimde yaşanması sağlanmalıdır. Bu sayede karanlık emperyal çevrelerin yurt içindeki terörist yandaşlarından ümitlerini kesmeleri ve algı operasyonlarının etkilerinin en düşük seviyeye çekilmesi mümkün olabilir.

Ancak Türkiye’deki terör sorununun dış kaynaklı olduğunu, terörist yapıların hareket rehberlerinin ve temel motivasyon araçlarının dışarıdan ithal edildiğini biliyoruz. Bu nedenle yurt dışındaki gelişmelere göre ortaya çıkabilecek yeni güvenlik ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik Türkiye’nin yeni ve güncel planlarının hazır olması zarureti vardır. Bakın şu günlerde Suudi Arabistan bir dönüşüm yaşamaktadır. Bunu sonra detaylı olarak inceleyeceğiz ancak bu dönüşümün hangi eksende olduğu, geleceğe yönelik kaygıların artmasında ciddi ipuçları vermektedir. Bu ülkede yaşanan dönüşümün Arabistan’ın kendi doğal iç dinamikleri ile gerçekleşmediği anlaşılmaktadır. Ve bu tür suni dönüşümlerin sonuçta o ülkeden ziyade dönüşümü sağlayanlara hizmet ettiğini tarih bize pek çok defa göstermiştir. Bu nedenle zaten sürekli gerginlikler içinde olan Ortadoğu coğrafyasında ilave gerilimler yaratabilecek gelişmelerin Türkiye için ortaya çıkarabileceği yeni tehdit biçimlerine karşı gerekli hazırlıklar yapılmalıdır. Körfez ülkelerindeki bu hareketliğin başka krizlere yol açarak terörün üreyebileceği farklı boşluk alanları oluşturmasına izin verilmemelidir. Sonuç olarak Türkiye içeride kendi gücünü dışarıda da mevcut ittifaklarını daha da güçlendirerek yıkıcı etkileri olabilecek “Yeni Ortadoğu Sürecine” hazır olmalıdır. Sayın Cumhurbaşkanı’nın tam da bu kritik gelişmelerin yaşandığı dönemde, 13 Kasım’da Rusya’ya yapacağı ziyaretin son derece önemli olduğunu değerlendiriyorum…