Terör nereden kaynaklanıyor?

Abone Ol

Uzun bir süredir insanlık, Âlemlerin Rabbi’nin topluma ve doğaya koymuş olduğu yasaları çiğnemesi sebebiyle felaketlerin ve savaşların ağır baskısı altında bitkin düşmüş vaziyettedir. Günümüzde, yeryüzünün dört bir yanını kasıp kavuran kanlı eylemler yüzünden Müslümanları ve İslam’ı kınayan yazı ve konuşmaların tırmanışa geçtiğini görmekteyiz.

Amerika Bağdadi’nin haricilerini küresel barış ve güvenliği tehdit eden en tehlikeli grup olarak takdim ederken İsrail Hamas ve diğer Filistinli grupları terör örgütleri olarak dünyaya takdim etmektedir. Suriye rejimi ise, ülkede kendisiyle savaşan tüm tarafları dünyadaki kötülüğün ve terörün ana kaynağı olarak itham etmektedir. İnsanlığın büyük kesimi şaşkın vaziyette olup terörün nereden geldiğini bir türlü bilememekte ve terörün ana kaynağını tespit edememektedir! Yahut da böyle bir görüntü vermektedir.

Medeniyetlerin ve toplumların yok oluş yasaları

Aleyhissalâtü vesselâm şöyle buyurmuştur:

“Ey insanlar! Sizden önceki toplumlar, saygın birisi hırsızlık yaptığında ona dokunmadıkları, bilakis zayıf birisi hırsızlık yaptığında ona had/ceza uygulamaları sebebiyle helak olup gitmiştir.” Bu hadis-i şerif medeniyetlerin ve toplumların yok oluş yasasını açıklamaktadır. Efendiler, yüce hedef ve esas gaye adalettir. Temel problem adaletin yok olmasıdır. Problemlerin tamamı adaletin tesis edilmesiyle çözüme kavuşur.

Günümüzde dünyayı menfaatlerini korumak için her yola başvuran zengin bir küçük grup yönetmektedir. Kendi çıkarlarını garanti altına almak için adına “Güvenlik Konseyi” dedikleri bir düzen kurdular. Üye devletlerin tamamının müttefik olmadığı bir kararın bu konseyden geçmesi mümkün değildir.

Mesela, uluslararası toplumun bazı temsilcileri, dünyada savaş suçu işleyenlerin yargılanmasına ilişkin kararlar çıkartmak için Güvenlik Konseyi’nde girişimde bulunmuştu. Amerika -İsrail’in gerçek suçlarını ortaya çıkarmayı amaçlayan her girişimde takındığı korumacı tavrı takınarak- bu girişimi engellemişti. Keza, Suriye’de sivil halka yönelik suç ve ihlallerle ilgili karar alma girişimleri Güvenlik Konseyi’nde her defasında Rusya’nın vetosuyla karşılaştı. Peki, böyle bir ‘meclis’ten dünya devlerinin ve suça bulaşmış ortaklarının çıkarlarına uymayan bir ‘güvenlik’ kararı çıkması nasıl beklenebilir?!

Suriye rejimi, mevcut bozuk küresel düzeni fırsat bilerek harici zihniyetli suçluları hapishanelerden tahliye etmiş ve onların silah depolarını ve petrol kuyularını ele geçirmelerini sağlamıştır. Böylece, suç sektöründe yarışacağı vahşi eylemleriyle kabadayılığını ispatlamış alternatif bir suç ortağı edinmiştir.

Dünyamızda yürürlükte olan ve her türlü alçakça eylemin fitilini ateşleyen formel terör örgütlerinin birinci kaynağı, küresel güç odaklarının çıkarlarına hizmet eden bu düzen ve standartlardır.

İnsanların kanunu kabullenmesi

Toplum genelinde uygulanmayan bir kanun kanun sayılmaz. İnsanların bir kanunu kabullenmesi, o kanunun özünde mevcut olan adalet oranından ziyade o kanunun toplum geneline uygulanma oranına bağlıdır. İnsanlar kanunun ağırlığına katlanabilir, ancak, ortada kanunun üzerinde olan birileri varsa buna saygı duymazlar ve bu durumu kaldıramazlar. Önceki medeniyetlerin helak olup gitmesinin sebebi işte budur. Mevcut medeniyetin yok olmasına sebep olacak olan da budur. Bu kural gelecekte de geçerli olacaktır. Bu şekilde batan toplum ve medeniyetler için ne yerde ne de gökte gözyaşı döken kimse de olmayacaktır.

Dünyanın en büyük küresel kurumu olan BM’de veto hakkı kullanılması bu kurumun helakine yol açacaktır. Çünkü bazı üyelere veto hakkı tanıyarak derin bir uçurumun eşiğinde durmayı kabul etmiştir. Geçmiş toplumları helak eden bu zulüm, birilerine imtiyaz tanıyan mevcut ülkelerin de yıkılmasına sebebiyet verecektir. Zira bu düzen, adaleti bütün insanları kuşatacak şekilde eşit dağıtmıyor.

Oysa Kur’an-ı Kerim sadece bir toplum ya da grup içinde değil yönetim ilişkisi kurulan bütün insanlar arasında adaletin eşit dağıtılmasını emretmektedir:

“Allah, size emanet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdi etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adaletle hükmetmenizi emreder. Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey), mutlaka en güzel (şey)dir: Allah, kesinlikle her şeyi işitendir, her şeyi görendir.” (Nisa 4:58).

İnsanlar arasında adaletin uygulanmasından korkanlar mutlaka tepe taklak olacak, düzenleri temelinden sarsılacak, tavanları başlarına çökecektir.

İnsanlar arasında eşitliğin yokluğu küfür ve şirk anlamına gelmektedir. Bazı Müslüman fakihler “Allah’ın kâfir ama âdil bir devlete yardım edebileceğini, ancak Müslüman da olsa zalim bir devlete asla yardım etmeyeceğini” ifade etmiştir. Zira, enbiyanın çağrısına uygun hareket eder de adaletli davranırsa bir devlet kâfir de olsa ayakta kalır, tarihi inşa eder, insanlığın enerjisini en güzel şekilde ve olabilecek en eşit biçimde kullanır…

Çeviri: Fethi Güngör